Alevîler, Hazret-i Ali’ye, yalnızca ‘Ali’ denilmesini hoş karşılamıyorlar. ‘Hazret-i Ali’ denilmesini istiyorlar. Muaviye’ye de ‘Hazret-i Muaviye’ denilmesinden rahatsızlar. Bu mâsum isteğin, bütün Sünnîler tarafından saygı ile karşılanması ve uygulanması çok kolay ve gereklidir.
Alevî – Sünnî ayırımını önleyecek dört kelimeden oluşan sihirli bir formül var: Saygı, Diyalog, Hoşgörü ve Uzlaşma. Taraflar biri birlerini sevmeseler bile yekdiğerlerine saygı duymalılar. Diyalog ile taraflar biri birlerini tanırlar. Bir tarafın diğer tarafa ters düşen davranışları hoşgörü ile kabullenilebilir pozisyonlar olur. Müştereklerde uzlaşma suretiyle barış ortamı sağlanır.
Alevîler, Hz. Ali’yi severler. Sünnîler de severler. Hz. Ali’yi sevmeyen Sünnî yoktur. Çünkü Hz. Ali’yi sevmek, Sünnîler için Peygamber (sav) buyruğudur. Hz. Muhammed Efendimiz, ‘Ben kimin mevlâsı’(2) isem, Ali de O’nun mevlâsıdır. Allah’ım, O’na dost olana dost ol, düşman olana düşman ol. O’na yardım edene yardım et. O’nu horlayanı horla. Nerede olursa olsun, gerçeği O’nunla beraber kıl.’ Diye duâ ederdi. Bu duâya gönülden katılmayan tek bir Sünnî yoktur.
Peygamber Efendimiz ayrıca: ‘Değer biçilmez iki şey vardır. Biri Kur’an, diğeri Ehl-i Beytim’dir.’ Buyurmuşlardır. Ve ilâve etmişlerdir: ‘Ehl-i Sünnet’in görüşüne göre Hz. Ali’yi sevmek, Hz. Peygamber’i sevmek gibi farz, O’na düşman olmak da Hz. Peygamber’e düşman olmak gibi haramdır.’
Bütün Müslümanlar, Tevellâ ve Teberra(3) akîdelerinde birleşmelidir.
Alevî-Sünnî ayırımını önlemenin yolu, iki grubun hoşgörü içerisinde bir arada yaşamalarıdır. Bazı yörelerde Alevîler, Sünnîler’e kız veriyorlar ve onlardan kız alıyorlar. Sistemin yaygınlaştırılması, toplumlar arasındaki soğukluğun giderilmesi için gerekli bir adım olarak düşünülebilir. Fakat burada, zorlama ters teper. Konunun hassasiyetle ele alınması gerekir.
Yukarıdaki ve benzeri uygulamalar târihten gelen Alevî Sünnî sürtüşmelerini önemli ölçüde yumuşatır. Her şey, açık rejim içerisinde, kamuoyunun dikkatlerine sunulmalıdır.
Alevîler ve Sünnîler arasında anlaşmazlık konularının olduğu inkâr edilemez. Ancak anlaşmazlık konuları, tarafları iki ayrı kampın kişileri hâline getirecek ölçüde derin değildir. Hepimiz aynı devletin insanlarıyız. Bizim başka devletimiz yok. Olamaz da. Aynı geminin içerisindeyiz. Kavga edersek, bindiğimiz gemiyi batırırız. Geminin batmaması, Alevîler’in ve Sünniler’in zarar görmemesi için hoşgörü ve uzlaşma temel şarttır. Alevîler, şüphe yok ki, Sünnîler’in dostluğunu kazanırlarsa, daha güçlü olurlar. Sünnîler için ‘Lâ ilâhe illallah’ diyenler dosttur.
Alevî – Sünnî yakınlaşması konusunda çok açık ve net fikirler ortaya atılıyor. Deniliyor ki: Alevî, gerçek Alevî ise Sünnî de gerçek Sünnî ise... birleşme çabalarına gerek yok. Her iki grup ta; Allah’ı, Kur’an-ı Kerim’i ve Peygamberi kabul ediyor demektir. O halde esasen bir ve beraberdirler. Kültürler arasındaki farklılık, zaafımız değil, zenginliğimizdir.
Dinimiz: İslâm. Kitabımız: Kur’an. Yaratanımız: Cenab-ı Allah. Kabirde; Münker ve Nekir, hiç kimseye ‘Sen Alevî misin, Sünnî misin’ diye sormayacak. ‘Dinin nedir? Kitabın nedir? Yaratanın Kimdir? Diye soracak.
Bunların hangisinde ayrılık var ki, Alevî-Sünnî ayrılığı olsun?
(1)Ehl-i Beyt: ‘Ev halkı’ mânâsına gelen bu terim, Hz. Muhammed (sav) Efendimizin ev halkı için kullanılır. Kimileri; Ev halkı tâbirini, Peygamber Efendimiz ve eşleri ile sınırlar. Kimileri de bütün akraba-i taallûkatı dâhil eder: Damat, torun, amca, yeğen gibi Hz. Peygamberin neslinden gelen insanları ehl-i beyte dâhil eder.
(2)Mevlâ: Mürşid, şeyh, efendi.
(3)Tevellâ ve Teberra: Peygamber Efendimizin ehl-i beytini sevenleri sevmek, sevmeyenleri sevmemek.