Güvenilir lügat hazırlayıcılarımızın önde gelen ismi olan İlhan Ayverdi, ‘Kubbealtı Lügati’ isimli eserinde ‘ikon’ kelimesini şöyle açıklıyor: ‘Hıristiyan Ortodokslarda Hz. Îsâ, Hz. Meryem veya azizlerin tahta üzerine yapılan resimlerine verilen ad.’ İnternetin bilgiç yıldızı Google Efendi de aynı açıklamayı veriyor.
Türklerin ilk destanlarından biri olan Bozkurt (Ergenekon) Destanı’nda adı geçen Bozkurt simgesinin / sembolünün ‘ikon’ olarak anılmasının açıklamasını, konunun uzmanlarına bırakmadan önce, genel geçer durumu özetleyelim: Yanılma varsa, uzmanlar tashih eder.
Bozkurt’un ‘Totem’ mi, ‘sembol’ mü olduğu tartışmasında henüz neticeye varılamamıştır. Ki bu tartışma, Reşîdu'd-dîn Fazlullâh-ı el-Hemedânî'nin 1306-1307 yıllarında yazdığı Câmi'u't-tevârîh isimli eseri sebebiyle başlamıştı. Burada Bozkurt, ‘Ongun’ olarak isimlendirilir. Ongun, ‘uğurlu, kutlu, bereketli, verimli’ demektir. Bir mânâsı daha vardır: ‘İçinde bir ruhu barındıran cisim.’ Ancak bu mânânın Amerika yerlileri tarafından kullanıldığı, Türklerin bu açıklamaya îtibar etmedikleri bilinmektedir.
Türkler, târihin hiçbir döneminde hiçbir cisme ruhâniyet izâfe etmemiştir. Ancak bâzı cisim ve sembollere saygı göstermişlerdir.
‘Gök Böri’ olarak da anılan ‘Bozkurt’; bir baskında son ve tek Türk olarak kalan bir çocuğu koruyup besleyen, büyüten dişi Kurttur. Bu kurt, Türkler için Totem mânâsında da kullanılan İkon ile ifâde edilecek bir varlık değildir. Sâdece saygı duyulan bir varlıktır.
‘Bir Türk İkonu Böri’ isimli 20,5 X 27,5 santim ölçülerinde 400 sayfalık eserinde Prof. Dr. Yaşar Çoruhlu da Bozkurt’un ‘millî bir simge olarak kabul edildiğini’ belirtmektedir. Ancak, simge ile ikonu birbirine karıştıran Türkçülük fikriyatına mesâfeli şahısların ‘Türklerin kurt cinsinden yaratığa ruhâniyet izâfe ettiği’ iddiaları, asılsız ve çirkin bir iftirâdan ibârettir. Bu mânâya gelebilecek cümlelerden sakınmak gerekir.
BERCESTE METİNLER:
‘DOĞA’ ve ‘DOĞAL’ KELİMELERİ…
‘Tabiat’ kelimesi yerine ‘doğa’, ‘tabîi’, yerine ‘doğal’ kelimeleri kullanılıyor ‘Doğa’ ve ‘doğal’ kelimeleri, şekil bakımından olduğu kadar mefhûm bakımından da yanlış olan kelimeler için iyi bir örnek teşkil etmektedir. Bir kere dilimizde nisbet ifâde eden ‘-l’ diye bir ek yoktur; ‘-sal’ ve ‘-sel’ ve ‘-al’, ‘-el’ nisbet ekleri de mevcut değildir. Doğa kelimesi doğmak fiilinden ‘-a’ eki ile yapılmış bir kelimedir. Bu ‘-a’ ekinin ne olduğu açık olarak belli değildir. Fiil köklerine getirilen ‘-a’ eki zarf - fiil (koş-a koş-a) veya istek (yaz-a) eki olabilir. Birkaç kelimede görüldüğü gibi, fiilden isim yapma eki de olabilir. Fakat işlek bir ek değildir.
Hatta işlek bile sayılamaz. Kalıplaşmış şekilde birkaç kelimede bulunan cansız bir ektir. Halbuki bir dilde yeni kelimeler ancak canlı (işlek) eklerle yapılabilir.
Doğa kelimesi şekil yönünden olduğu gibi mefhûm yönünden de yanlıştır. Çünkü Türk milletinin inanışına göre tabiat kendi kendine meydana gelmemiş, doğmamıştır. Yaratılmıştır. Durum böyle olunca ‘doğa’ değil, ‘yaratıla’ demek gerekir. ‘Tabiat’ kelimesinin ayrıca ‘huy’, ‘mizaç’ mânâsı da vardır. Bu mânâsı, ‘doğa’ ile hiç karşılanamaz. ‘Tabîi’ kelimesinin de ‘tabiata mensup’ veya ‘normal’ olmak üzere iki mânâsı vardır. Şeklen yanlış olan ‘doğal’, ‘normal’in karşılığı olamaz. Başka dillerde meselâ Fransızcadaki gibi mefhum olan ‘natürel’ ve ‘normal’ kelimelerini de ‘tabiata mensup’ mânâsından ayrı olarak ‘normal’ için de kullananlar, iki defa yanlış yapıyorlar demektir.
Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş: Uydurma Olan ve Olmayan Yeni Kelimeler Sözlüğü. Umur Kitapçılık, İstanbul 1979