(BİRİNCİ BÖLÜM)
Kültür, esâsen millîdir. Ona millîlik vasfını kazandıran, milletin millî değerlere verdiği ehemmiyettir. Millî kültür; milletlerin târihî dönemler içindeki sosyal yapılarını, dînî inançlarını, edebî eserlerini, ahlâk özelliklerini, düşünce sistemlerini ve bunların sonucu şekillenmiş olan mîmârî yapılarını içine alır. Millî kültür, devleti ayakta tutan en mühim unsurlardan biridir. Her milletin millî kültürünü oluşturan ana unsurlar mevcuttur. Bunlar dil, din, gelenek- görenek, sanat, dünyâ görüşü ve târih olarak sayılabilir.
Bu değerlerin zaman içinde gelişip serpilmesi, nesiller arasındaki birleştirici kültür bağlarının gücüne dayanır. Bu bağları güçlendiren tek vasıta ise eğitimdir.
Mânevî değerler, bir milletin kültürünü başka milletlerin kültüründen ayırt ettiren ve ona kendi özelliğini veren kıymet hükümleri, inançlar ortak ülküler dil, târih şuuru ve millî felsefe gibi mânevî unsurlardır. Bu unsurlar, en büyük grup olarak vasıflandırabileceğimiz, millî devlet sınırları içindeki cemiyetin dağılmasını önleyen, pekiştirici ve kaynaştırıcı elemanlardır. Şu halde bu unsurlar milliyet duygusunu besleyen çok önemli mânevî kültür unsurlarıdır. Nitekim millet denilen sosyal grubun târifini meydana getiren üç şart da, mânevî değerlerle ilgilidir. Çünkü aynı dine inanan, aynı dili konuşan, müşterek ülkülere bağlı olan insanların meydana getirdikleri gruba millet denilmektedir. Fakat millet bir kan grubu değil, daha ziyâde, aynı kültürü paylaşan insanların meydana getirdiği bir bütündür.
Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilâsun*, ‘Kaynama’ isimli 434 sayfalık eserinde bu konuyu çok geniş bir şekilde okuyucuya sunuyor.
Dil: Millî kültür unsurları içinde başı çeker. Çünkü dil olmadan öteki unsurların meydana gelmesi ve kuşaklar boyu aktarılması mümkün değildir. Dil, onu kullanan milletin kafa yapısını, düşünce tarzını, zihninin nasıl çalıştığını ve mantık kurgularını ortaya koyar.
Din: Millî kültür unsurları içerisinde çok önemli bir yerde kabul edilir. Bilhassa eski devirlerde yüzyıllarca din unsuru ön planda bulunmuş ve öteki kültür unsurlarını çoğu zaman gölgede bırakmıştır. Dinin milletler üzerindeki hâkimiyeti her zaman devam etmiştir. Dînî bayramlarımız ve törenlerimiz bunun açık örnekleri olarak gösterilebilir.
Gelenek ve görenek: Bir milletin geçmişten getirdiği inanç ve davranışların tamâmıdır. Bunun içinde düğün dernek, mâhallî kıyafetler ve oyunlar, yemekler, sosyal alışkanlıklar vs. ele alınabilir. Geçmişten izler barındıran her şey gibi gelenek görenekler de millî kültürü besler ve Millî kültür ögeleri içindedir.
Sanat: Sanat, bir milletin, güzeli oluşturma ve üretme tarzıdır. Bir milletin ortak zevkinin ifâde ediş biçimidir. Bu kültür unsuru edebiyat, resim, mîmârî, heykel vb... gibi kollara ayrılmaktadır.
Dünyâ görüşü: Bir milletin hayat felsefesini ortaya koyar. Bir milletin fertleri ortak kültür dolayısıyla tutum, zihniyet ve davranış bakımından çeşitli ortak özellikler sergiler. Sosyal ve ruhî olaylar karşısında fertlerin bu ortak tutum ve davranışları o milletin dünyâ görüşünü oluşturmaktadır. Bunun için her millette değerler ve değer yargıları farlılık gösterir. Askerlik, kahramanlık, aşk, namus, temizlik, ahlâk, ölüm, eğlence vs. gibi kavramlar her millette değişik davranışlarla karşılanır.
Târih: bir milleti, bugünün ve dünün bağlarıyla birbirine bağlayarak geleceğe taşır. Fertler arasında kader birliğini ortaya çıkarır. Aynı millete mensup insanlar târih sâyesinde geçmişleri hakkında bilgilenebilirler. Târih bir milletin nereden gelip nereye gittiğini gösteren bir aynadır. Her milletin kendi târihi, hayatında önemli bir yere sâhiptir.
Millete şahsiyet kazandıran en önemli unsur ‘Millî Kültür’dür. Millî kültür; dil, din târih, gelenek ve ğöreneklerden, dünyâ ve hayat görüşünden, örf ve âdetlerden oluşur.
Milletlerin, varlıklarını ve şahsiyetleri ile âdetlerini devam ettirebilmeleri, millî kültürün öğrenilmesi, benimsenmesi ve korunmasıyla mümkün olur. Eğitim sistemimizde en büyük noksanımız, millî kültürün mânâsını bilmiyor olmamız ve onu koruyamamaktır. Millî kültür hem korunmaya hem de silâhsız mücâdele ve hattâ var olma ideali ile gelecek asırlara ulaşma vâsıtasıdır. İnsanoğlu ruhsuz ve beyinsiz yaşayamaz. Millî kültür bizim huzurumuz ve bağımsızlığımızdır. Her türlü değerlerimiz ve ahlâkî yapımız, millî kültürümüzün gücü ile kaimdir.
Türkiye, çok belirgin bir şekilde kültür emperyalizminin kuşatması altındadır. Anadolu’da bir özlü sözümüz vardır: ‘İnsanoğlu düştüğü yerden kalkar. Fakat düştüğünün farkında değilse düştüğü yerde kalır.’ Kültür endüstrisi tarafından kuşatıldığımızı bilmiyorsak, düştüğümüzün farkında değiliz demektir.
Âcizler şikâyet eder, muktedirler çâre bulur. Aziz ve necip Türk milleti, çâre bulmakta asla zorlanmaz. İşte uygulanabilecek çârelerden birkaçı:
-Millî kültürümüzün unutulan değerleri bulunup yeniden onlara sarılmalıyız. İstiklal Savaşı’nı böyle kazandık. Çok önemli: İstiklal Savaşı öncesindeki durumdan daha kötü değiliz.
-Bizim kültürümüz, diğer milletlerin kültüründen daha üstündür. Onu korumalıyız.
-İyi yaşamak için mutlaka üniversite mezunu olmak gerekmiyor. Üniversiteye daha az fakat seçkin öğrenci alınmalı, diğerleri üretime yönlendirilmeli. İhracat ve döviz girdisi, problemli ekonomilerin tek kurtuluş yoludur.
-Ahlâklı insana ihtiyacımız var.
-Verimli icat sâhipleri taltif edilmeli.
-İsraftan kaçınılmalı. En kolay kazanç tasarrufla elde edilir.
-Şahsî menfaatlerini, devlet ve millet menfaatlerinin önünde tutunlar, rüşvet alanlar, verenler derhal ve ağır şekilde cezalandırılmalı.
-Adâlet mekanizmasının hızlı ve düzgün çalışması sağlanmalı.
-Yabancı dille eğitime son verilmeli, lisan öğrenimi teşvik edilmeli.
-Orta öğretimde özel komisyonlarla Türkçe imtihanı yapılmalı, Bütün derslerden en yüksek notu almış olsa bile, özel komisyon huzurunda yapılan Türkçe imtihanında; 100 üzerinden 80 puan alamayanlar bir sonraki okula ve üniversiteye kabul edilmemeli.
-Türkçemizde karşılığı varken uydurulan veyâ yabancı dillerden alınan kelimeler dilimizdeki dikenlerdir. O dikenlerden kurtulma hamlesi başlatılmalı.
-Dil konusundaki keşmekeşe derhal son verilmeli.
-Bu satırların kaleme alındığı günlerde, takma akıl, çakma zekâ sâhibi bir zât-ı nâ şerif; haftada dört gün, günde 4 saat çalışma sistemine geçilmesini teklif etmişti. Günlük çalışma süresi yarı yarıya düşürülüyor. Neticede üretim de yarı yarıya düşürülecek. İhtiyacımız olan gıda ve diğer ihtiyaçlarımız nasıl karşılanacak? Herhalde ithâlat yoluyla… Çakma kafa, takma akıl...
(İKİNCİ –SON- BÖLÜM YARIN VERİLECEKTİR)