(İKİNCİ -Son- BÖLÜM)
Farklı etnik kökenlere ait olsa bile aynı coğrafya içinde yaşamak için ortak gayret gösteren topluluklar; ortak bir târihi, ortak bir kültürü paylaşması neticesinde millet vasfına sâhip olurlar. Milletlerin millî kimlik kazanmasını sağlayan millî kültür kısa sürede meydan gelen bir birikim değildir. Aksine millî kültür ardında yüzyılları barındırır. Millî kültür farklı şekillerde târif edilip yorumlansa da herkesin ortak görüşü şudur; Millî kültür insan kalabalıklarını millet yapar. Dünyâ târihi millî kültürün ne kadar önemli olduğunu ortaya koyan örneklerle doludur. Millî kültüre sâhip ve millî kültürünü koruyan, ayakta tutan milletlerin her türlü zorluğa karşı varlıklarını korumayı başardığı bir gerçektir.
İkinci Dünyâ Savaşı’nın ağır neticelerine rağmen kısa sürede önemli bir güç hâline gelen Almanya ve Japonya buna örnek verilebilir. Aynı şekilde, İstiklal Savaşı’nda Atatürk Millîyetçiliği ile tamamlanan Türk Millî kültürünün getirdiği zaferler de buna verilebilecek en güzel örneklerdendir. Birlik berâberlik olmadığı sürece en güçlü teknolojiye veyâ savaş âletlerine sâhip olmak bile eksik bir gücü ifâde eder. Millî kültürünün değerlerini öğrenen gençler ile bu değerler yaşatıldığı, geleceğe taşındığı ölçüde milletler yaşayabilir.
Millî Kültür ve Dil
Dil, millet denilen toplulukların en önemli sosyal varlığıdır ve millî kültürün en önemli unsuru olarak kabul edilir. Târih boyunca dili olmadan yaşayan bir millet yoktur. Dil, düşünceleri ifâde etme ve anlaşma konusunda en temel vâsıtadır. Dil insanları yaklaştırıcı ve kaynaştırıcı etkiye sâhiptir. Bir arada anlaşarak yaşayabilmenin, uyuşabilmenin yolu dil birliğinden geçer ve dil birliği olduğunda millet olmak için gereken en önemli bağ kurulmuş olur.
Bir milletin dili; o milletin duygularını, düşüncelerini içinde barındırır. Milletlerin hayata bakış açısı, düşünce biçimi, ruh derinliği, duygu inceliği o milletin dilinde saklıdır. Milletler geçmişlerindeki târihî olayları, edebî eserleri ve bağlılık gösterdikleri gelenek ve görenekleri dil sâyesinde kuşaklar boyu aktarabilir. O sebeple; ‘dil ile diğer maddî mânevî kültür değerleri arasında güçlü bir bağ vardır’ diyebiliriz.
Ancak ses bayrağımız Türkçemiz, çarpık düşüncelerin bilerek veyâ gafletten ileri gelen yıkıcı, yok edici tazyikleriyle ezilmektedir. Bu facianın en çarpıcı örneğini Türk Dili ve Edebiyatı Profesörü merhum Necmettin Hacıeminoğlu*’dan okuyalım:
Zamanın Millî Eğitim Bakanı Hasan-Ali Yücel, Prof. Sıddık Sâmi Onar’a tesâdüf ediyor. Yücel, liseden sınıf arkadaşı olan Onar’a:
-‘İdâre Hukukunun Esasları’ adlı eserini okudum, fakat dilini beğenmedim. Ne kadar Osmanlıca kelime kullanmışsın, diyor. Onar da:
-Ne yapayım, dilimizde hukuk mefhumlarını yanlış anlaşılmaya meydan vermeyecek şekilde karşılayan ve herkesçe kabul edilmiş Türkçe kelimeler yoktur, diye cevap veriyor.
Sıddık Sami Onar’ın bu haklı müdafaasına karşı devrin Millî Eğitim Bakanının cevabı şu oluyor:
-Ne yapalım efendim, Osmanlıca kelimeleri gene de kullanmamalıydın. Varsın kitap eksik kalsın. Meselâ ben Mantık kitabımın son baskısında, söylemek istediklerimin yarısını yazamadım, ama eser öz Türkçe oldu ya, sen ona bak!
***
Gençlerin bilgisizliği karşısında sevinç duyan, ilmi ve düşünceyi öz Türkçecilik hayâline fedâ etmekten çekinmeyen bu müzelik kafalar gittikçe artmaktadır.
Millî Eğitim Bakanlığı artık bu iptidaî görüşlerin tesirinden kurtulmalıdır. Genç nesiller, böyle kırpıla kırpıla kuşa dönmüş bir dil malzemesi ile yetişirse, bizi muasır medeniyet seviyesinin üstüne kim çıkaracak?
İnsan kendi bahçesinde başka bir şey yetişmiyor diye, kör bir inatla yalnız pırasa yiyerek nasıl beslenemezse, böylece üç beş yüz uydurma ‘tilcik’lerle, ‘sözcük’lerle ilim, sanat ve kültür zirvelerine tırmanılamaz.
Necmeddin Hacıeminoğlu: Türkçenin Karanlık Günleri, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları 6. Baskı, s. 55, 56 İstanbul 2011
***
Başka milletlerin kelime, kavram, terkip ve cümleleriyle kendimizi ifâde edemeyiz. Kendi klasiklerimizi okuyamayız, okusak bile anlayamayız, anlasak bile anlatamayız. Böyle bir nesil, geçmişini bilmiyor demektir. Geçmişinin câhili olanlar, geleceğin körüdür.
Türk Millî Kültürün Özelikleri:
İçinde yaşanılan coğrafyanın geçmişten bugüne izlerini taşır. İçinde barındırdığı çoklu unsurlarla bir toplumun kültür zenginliğini ifâde eder. Anadolu bilinen en eski ve zengin kültür zenginliklerini bağrında taşımaktadır. Doğum, düğün, sünnet, asker uğurlama, dînî bayramlar, millî bayramlar, halk oyunları, müzik, diş hediği*, Türk mutfağı, gelenekli sanatlar vs.; bütün bunlar Türk millî kültürünün değişmez parçalarını oluşturan olgulardır. Doğum dünyânın her yerinde çok önemli sayılan yeni bir başlangıçtır. Anadolu kültüründe de doğum için yapılan gelenekler önemi olan bir kültürel değerdir.
Millî Bayramlar toplumu birbirine bağlayan târihî geçmişi ve kazanılan zaferleri kapsamaktadır. Cumhuriyet Bayramı, 30 Ağustos Zafer Bayramı; resmigeçitler ve gösteriler eşliğinde sevinç ve heyecanla kutlanmaktadır. Dînî bayramlar; özellikle dargınlıkların bitirilmesi insanların hoşgörü ve saygı içinde bir arada olmasını hedef edinerek toplum huzuruna katkı sağlar. Halk oyunları; Millî Bayramlarda, düğünlerde, toplantılarda mahallî kıyafetlerle ve her yörede kendine has olarak oynanmaktadır. Türk Mutfağı ise gelenekli Türk yemeklerinin varlığını temsil ederler ve yemek kültürümüzü oluştururlar. Kendine has oluşuyla Millî kültürün de bir parçası kabul edilir. Her bölgenin damak tadına, coğrafi ve kültürel yapısına göre farklılıklar gösterebilmektedir. Türk mutfağında oluşan zengin tatlardan dünyâca tanınmış olanları da mevcuttur. Bu yönüyle cihanşümul özellik kazanmıştır.
Gelenekli sanatlarımıza bakıldığı zaman ise çanak-çömlek, mâden işçiliği, çinicilik, bakırcılık, deri işçiliği, müzik âletleri yapımı millî kültür ürünlerimizi oluşturan mesleklerdir. Her birinde ayrı bir ruh ve geçmiş târihin izleri barınmaktadır. Ayrıca mîmârî yapılarımız her bakımdan târihî süreci yansıtmaktadır. Hattâ dünyâ mîrası listesine alınan birçok mîmârî yapımız sâdece millî kültüre değil dünyâ kültürüne de katkı sunmaktadır.
(BİTTİ)