Saygı kelimesini çok seviyorum. Saygı, önce kendimizle başlıyor. Kendimize saygı duymuyorsak, başkasına veya başka şeylere de duymayız.
Başkalarına saygı duyduğumuz zaman da onları olduğu gibi kabul etmiş oluruz. Saygı duymak, doğayı, doğadaki hayvanları, bitkileri ve tüm yaradılışı olduğu gibi kabul etmek demektir. Başka bir ifadeyle saygı, olup biteni ve mevcut olan her şeyi tam olduğu gibi kabul etmektir.
Kendini ve başkalarını olduğu gibi kabul eden, kimseyi yargılamaz. Peki o zaman ne buluruz? Huzur buluruz… Kimseyle çatışma halinde olmayız. Herkesin haklarına saygı duyarız. Böyle bir durumda dünyayı evimiz gibi hissederiz. Her şeyi olduğu gibi kabul ettiğimizde kaygılarımız da yok olur. Artık kendi üzerimizde ve amacımız doğrultusunda var gücümüzle çalışmaya başlarız.
Biz ne isek o olmak üzere programlandık ve ancak o olabiliriz. Gereksiz dirençler enerjimizi tüketir. Kendimizden başka hiçbir şey de bize huzur getirmez. Huzur içinde olmak hayatla tam anlamıyla uzlaşmaktır. Huzurun zıddı çatışmadır. İnsanlara, olaylara ve fikirlere direnen kimse sürekli iç çatışma yaşar. Bu çatışmalar stres doğurur. Be sebeple sürekli huzurlu yaşamak isteyen kimse, öncelikle dirence bir çare bulmalıdır.
Uzlaşmanın şifa verici bir gücü vardır. Üretici olabilmemiz için hayatla uzlaşmamız gerekir. Hayatla uzlaşmamız bizi birlik ve bütünlük duygusuna götürür. Bütün işini sevenler hayatla uzlaşıyor demektir. Sürekli huzuru düşündüğümüz zaman çevremizde ne olursa olsun ilerleriz. Direnç gösterdiğimiz zaman beden hücrelerimiz tahrip olur ve sağlığımız bozulur.
Yaklaşık 2600 yıl öncesinden bize seslenerek “Sakin olan zihne tüm evren teslim olur.” diyen Çin'li bilge Lao Tzu ve “Beden sakin olursa akıl daha iyi çalışır" diyen yazar Stefan Sweig haklıdır.
Unutmayalım: Ancak duygusal olarak sakin bir beyin, net ve akıllıca görebilir.