M. Halistin KUKUL

Şair - Yazar

[email protected]

Şu, Vatan Dedikleri…

Vatan; ocak’tır, yuva’dır. Ocak veya yuva olmayınca âile’nin; ‘vatan’ olmayınca da ‘milletin birliği’ sağlanamaz.

Yüce ve mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “Allah, din konusunda sizinle savaşmamış, sizi yurdunuzdan çıkarmamış olanlara iyilik yapmanızı, onlara adâletle davranmanızı yasaklamaz. Allah, ancak sizinle din konusunda savaşan, sizi yurdunuzdan çıkaran ve çıkarılmanıza yardım edenlerle dost olmanızı yasaklar. Kim onlarla dost olursa, işte onlar zâlimlerden olmuş olurlar.” (Mümtahine, 8, 9)

Bunun içindir ki, Peygamber Efendimiz; “Kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz. Kavminin efendisi, kavmine hizmet edendir. Vatan sevgisi îmândandır.” buyurmuşlar ve bunda da yol göstermişlerdir.

Bu yazımda, çok uzaklara gitmeden, yakın tarihimizden ibretlik bâzı örnekler sunmak istiyorum.

Türk Milleti olarak, 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa tarafından başlatılan bir Millî Mücâdele hareketi yaşadık.

Bu mücâdele; Anadolu Türklüğü’nün/Batı Türklüğü’nün bir ölüm-kalım mücâdelesiydi.

Bir defa; bu son cümlemde ‘mutabık’ kalmalıyız ki, sonrasını daha sıhhatli tahlil edebilelim.

Tekrar ediyor ve soruyorum: Şâyet, bu mücâdelede başarı sağlanamasaydı, bugün, Anadolu Türklüğü veya Batı Türklüğü mevcut muydu, değil miydi?

Demek ki, her şeyden evvel ve mutlak surette, Anadolu Türklüğü’nü ayağa kaldırmak ve selâmete kavuşturmak gerekiyordu. Aksi mümkün değildi!..

Çünkü; başta, Balkan/Rumeli Türklüğü, Kıbrıs Türklüğü, Suriye Türklüğü, Irak ve Azerbaycan Türklüğü olmak üzere, merhale merhale, bütün hürriyet ve birlik düşüncelerinin hepsi, Türkiye/Anadolu Türklüğü’nün istiklâlinin elde edilmesine bağlıydı.

Bu büyük mücâdelede, Mehmet Âkif; hem bir şâir ve edip ve hem de tam bir mücâdele adamı olarak yerini almıştır.  Bunu; sâdece yazdığı muhteşem TÜRK İSTİKLÂL MARŞI’yla değil, halkın arasına girip, sokakta, câmide ve yazılarında yâni her yerde haykırmıştır.

Memleket, zâten yokluk içindeydi. Üstelik; bütün emperyalist zâlim güçlerin de işgali altındaydı. Ne köylüde vardı ne de şehirli de!.. Tabiî ki, şehirli kelimesi de sözün gelişi!..

Âkif; 1873 doğumludur. İstiklâl Marşı’nı yazdığı 1921 yılı itibariyle 48 yaşındadır. Taa Balkan Harbi’nden beri, bu milletin çektiği her acıları sînesinde biriktirmiş bu sebeple de her fırsat ve imkân bulduğu zamanda ve yerde, haykırmış ve kuvvetli bir soluk olarak milletiyle paylaşmış ve çâreler aramış bir vatanseverdir.

Muhakkaktır ki; Balkan Harbi’nde, Kafkaslar’da, Çanakkale’de, bu vatan uğruna canını vermiş nice binlerce vatan evlâdı vardı(r).

Bilinmelidir ki, bir insanın, vatanını, bayrağını, milletini, dinini, tarihini sevmesi, ondaki temel insanî vasıf üstünlüğünün işâretidir.

Bu, böyle ise; vatan müdafaasından uzak durmak, kaçmak veya durup dururken, bir başkasının vatanına saldırmak da o derecede âdîce ve alçakça mel’ûn bir fiil’dir.

Önce, ecnebîden bir örnek vereyim..Bu kişi: İngiliz şâiri Rupert Chawner Brooke adında biridir.

03 Ağustos 1887’de İngiltere’de doğmuş. 1915 yılında 28/yirmi sekiz yaşındadır. Önce Çanakkale’yi ve bilâhare de İstanbul’u fethetmek için yola koyulan, İngiliz ordusuna gönüllü teğmen olarak katılır.  Yegâne maksadı ve hedefi, budur!..

Yolda, bir sivrisineğin dudağını sokması sebebiyle sepsis hastalığına yakalanır ve Yunanistan’ın Tris Bukes körfezinde demirli bir Fransız hastahâne gemisinde 23 Nisan 1915 tarihinde ölür. İskiri adasında bir zeytinliğe gömülür.

Tabi ki, bu kadar değil: Arkadaşları, mezar taşına şunları yazar:

“Yatar burada Tanrı’nın kulu İngiliz teğmen

Ki İstanbul’un Türkler’den kurtulması uğruna öldü.”

(Bknz: wikipedia.tr-tr.nina.az/Rupert_Brooke.html Özgen, Lemi, Ağzımızda Türk Lokumları, K. 19 Şubat 2010, S. 176, Sf.7)

Durup dururken başkasının vatanına yapılan böyle bir saldırıyı asla tasvip etmeyeceğimiz gibi; vatanı işgalde iken, vatanını terkedeni de asker kaçağı sayacak ve elbette ki, kat’iyyen tasvip etmeyeceğiz.

 Sene 1921’dir.  Yâni; Hürriyet ve İstiklâl Şâiri Mehmet Âkif tarafından İstiklâl Marşı’mızın yazıldığı ve kabul edildiği yıl!..Türk’ün ayakta kalma yâni ölüm-kalım mücâdelesi verdiği en zor zamanları!..

Mustafa Kemal Paşa; 16-21 Temmuz 1921 tarihinde, Ankara’da Maarif Kongresi’ni toplamıştır. Bir taraftan da Eskişehir-Seyitgazi hattında ilerlemeye başlayan Yunanlıları durdurmak için, Sakarya Savaşı’nın hazırlıkları yapılmaktadır.

Maarif Kongresi’nde alının bir kararla, “Öğretmenler ve öğrenciler askerlikten muaf tutulur”.

Yâni, öğretmenlik görevi verilenler, askere gitmeyecekler ve bu vatanın evlâtlarının/Türk çocuklarının eğitim ve öğretimiyle meşgul olacaklardır.

Dahası; bu zamanlar, Mustafa Kemal Paşa’nın, “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanı ile ıslanmadıkça terk olunamaz!”  dediği zamanlardır.

İşte bu günlerde, kendisine ‘öğretmenlik görevi’ verilen Nazım Hikmet, arkadaşı Vâlâ Nurettin ile, 1921 yılının Eylül ayında, Batum üzerinden Rusya’ya/Moskova’ya kaçmışlardır.

Şimdi, beraberce, Rupert Brooke ile, bu zatı mukayese ediniz?

Önce, şunu sormalıyım: yanlışlık, kusur veya hata ‘bilmeden yapılan’ bir fiil’dir, af dilenir ve dilenir/affedilebilir.  Ancak; bu, bilerek yapılan bin fiil ise, hâinlik değil midir?

Şimdi de 1900 Kastamonu ili Devrekânî ilçesi Seydiler kasabası Satı köyü doğumlu, onbeşinde evlendirilmiş Şerife Bacı adlı bir Türk kadınını tanıyalım!..

Çok genç yaşında kocası şehit olmuştur ve Şerife,  çok geçmeden, yalnız başına kalmasın diye, harpte yaralanıp gazi olarak köye dönen bir başkasıyla evlendirilmiştir.

Gün gelmiş, karlı, soğuk bir kış günü, 1921 yılının Aralık ayında, kağnısıyla, İnebolu’dan Kastamonu’ya cephâne taşımak için çıktığı Millî Mücâdele yolunda kundaktaki bebeğiyle donarak şehit olmuşlardır.

Yâni; Nazım Hikmet ve arkadaşı, Eylül 1921’den itibaren Moskova’da keyif sürerken; hemen hemen onunla aynı yaşlarda bulunan şerefli Türk kadını gencecik Şerife Bacı, vatanın selâmeti için, birkaç ay sonra Aralık 1921’de cephâne taşırken bebeğiyle şehit olmuştur!.. Meselâ; bir Hasan Tahsin vardı(r)!..

O da gencecik bir insan, bir delikanlıydı…Yunan askerinin İzmir’e yânî vatan toprağına ayak basmasına dayanamamış ve öne atılmıştı…Şehit olduğunda henüz, yirmi yedi yaşındaydı! …

15 Mayıs 1919’da, Millî Mücâdele kıvılcımını ateşleyen bu yiğit gazeteci Hasan Tahsin’in kanı, İzmir Kordonboyu’nda hâlâ sımsıcacıktır.

Bunlar; Millî Mücâdele Destanı’nı yazan gerçek kahramanlardan sâdece ikisidir.

Dahası; 1930 yılında yazdığı “19 Yaşım” adlı şiirinde (!) Türkiye’den kopuşunun sevinciyle şöyle demektedir:

“Benim ilk çocukluğum, ilk hocam,

İlk yoldaşım, 19 yaşım.

Sana anam gibi hürmet ediyorum, edeceğim.

Senin ilk arşınladığın yoldan gidiyorum, gideceğim.

Benim ilk çocukluğum, ilk hocam,

ilk yoldaşım, 19 yaşım…” Kaldı ki;

Birilerinin hâlâ alkış tuttuğu Nazım Hikmet; daha sonra yazdığı Kurtuluş Savaşı Destanı (!)’nda, Mehmet Âkif Ersoy’un, başta Türk Milleti olmak üzere şanlı Türk Ordusu’na ithâf ettiği muhteşem İSTİKLÂL MARŞI’mızla alay eder, dalga geçer ve şu edepsizce sözleri söyler:

“...Saat beşe on var.

Kırk dakika sonra şafak

Sökecek

”Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak

Tınaztepe’ye karşı Kömürtepe cenubunda

On Beşinci Piyade Fırkası’nda iki ihtiyat zabiti

Ve onların genci, uzunu

Darilmuallimin mezunu

Nurettin Şafak

Mavzer tabancasının emniyetiyle oynayarak

konuşuyor:

”Bizim İstiklâl Marşı’nda aksayan bir

taraf var.

Bilmem nasıl anlatsam.

Âkif inanmış adam.

Fakat onun ben

İnandıklarının hepsine

İnanmıyorum.

Beni burda tutan şey

Şehit olmak vecdi mi?

Sanmıyorum

Meselâ bakın:

”Gelecektir sana vaadettiği günler hakkın

Hayır!

Gelecek günler için

 Gökten ayet inmedi bize

Onu biz kendimiz

vaadettik kendimize

 Bir şarkı istiyorum

 zaferden sonrasına dair

Kimbilir belki yarın…”

Ya işte; vatan dedikleri böyle bir şeydir!..

Onun için canını verenlerle, onu terkedenleri tefrik edemezsek, çok daha ah-vah ederiz!

Tabiî ki, Rupert Brooke ile, farkını da göremez isek!!!