Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

[email protected]

Ağlama Asan Ağlama

(BİRİNCİ BÖLÜM)

Ağlama Asan Ağlama’ çok farklı bir roman. Konusu, romandaki hâdiselerde adı geçen insanlar, mekânlar… Her şeyi ile farklı. Bir sevda romanı… Çileli insanların, zaman içerisinde birbirine düşman hâline getirilmiş, birbirine topraktan bağlı, aynı havayı teneffüs eden ve fakat ayrı milletlerden, ayrı inançtan insanların… bir arada ve dostça yaşamayı hayat felsefesi olarak benimsemiş insanların romanı.

Romana konu olan Asan’ın babası Emin Bey, Yunanistan’ın Drama Sancağına bağlı Sarışaban kasabasına yakın Olucak Köyü’nde Câmi hocasıdır. Bu görev kendisine, Kadı Mehmet Efendi tarafından verilmiştir. Bir müddet sonra Emin Hoca, Kadı Efendi’nin kızı ‘Hatçe’ olarak anılan Hatice Hanım’la evlenir. Romanın başkahramanı olan ve mahallî ağızla ‘Asan’ olarak anılan Hasan, bu evlilikten 1911 yılanda dünyaya gelir.

1914 yılına gelindiğinde Birinci Dünya Harbi başladı. Olucak köylülerinin söyleşiyi ile ‘Emin Oca’ da silâh altına alındı. Gidiş o gidiştir. Bir daha kendisinden haber alınamaz.

Burada bir parantez açıp; ‘Hasan’ kelimelerinin ne sebeple ‘Asan’a, , ‘Hoca’ kelimesinin de ‘Oca’ya çevrildiğini açıklamakta fayda var. Rumeli Türkleri; ne sebepledir bilinmez ‘H’ ile başlayan kelimeleri ‘H’siz telaffuz eder. ‘Hoca’ ve ‘Hasan’da olduğu gibi, ‘Hepimiz’ kelimesi de onların telaffuzunda ‘Epicimiz’ olur. ‘H ‘ siz bâzı kelimeleri de ‘H’li hâle getirip ‘Ayva’, ‘Hayva’, ‘helva’, ‘elva’, ‘Aziz’, ‘Haziz’ oluverir.

***

Emin Oca’nın oğlu Asan, henüz 10 yaşında iken berâberce keman dersleri aldığı Rum kızı Hâlina’ya âşık olur. Hâlina da bu aşka sevimliliği ve cana yakınlığı ile karşılık verir.  Henüz toprağa düşmemiş karlar gibi temiz sevgileri, aşk romanı klasikleri olarak kabul edilen; Leylâ ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ali ile Nino gibi şöhret kazanmış romanları hatırlatıyor. Tek farkı âşıkların isimlerinin kitaba ad olarak verilmeyişi… Yazarı, Asan Bey’in oğlu Emin Erman’ın profesyonel bir roman yazarı olmamasına, ilk romanı ve hattâ belki de ilk kalem çalışması olmasına rağmen sağladığı üstün başarı, ulaştığı sanat zirvesi her türlü takdirin üstündedir.

Romandaki olaylar zinciri, Hasan Bey’in etrafında gelişiyor. Oğlu, Emin Erman tarafından anlatılıyor.

Emin Erman, 1950 yılında Samsun’un Bafra ilçesinde dünyaya gelmiş; ilk ve ortaokul ile liseyi Bafra’da bitirmiş, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde metalürji mühendisliği tahsiline devam ederken temin ettiği burs ile Amerika’ya gitmiştir. Mastır eğitimini tamamladıktan sonra Amerika’da çalışma hayatını başlatmış, emekli olduktan sonra da Amerikalı bir bayanla evlenmiş olması sebebiyle Amerika’da yaşamaya devam etmiş, yılda bir defa, doğduğu şehre gelerek sıla-i rahim yapmıştır.

Telif ettiği romanda babasının yaşadığı fırtınalı hayatı, derin aşkını, çektiği acıları, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sırasındaki fâciaları anlatıyor.

Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra imzalanan Ahâli Mübadelesi gereğince Asan ve âilesi, doğup yaşadıkları Yunanistan’ı, terk etmek mecburiyetinde kalmıştır. Asan, Gülcemal vapuru güvertesinde sevgilisinden ayrılmış olmanın ıstırabı içinde Önce İstanbul’a gelmiş ve âilesiyle birlikte kendilerine tahsis edilen Bafra’daki evlerine yerleşmiştir. 

Yazar, 1900’lı yılların başlarındaki Bafra manzarasını gösteren fotoğrafın altında âilenin Bafra’daki yaşayışını söyle anlatıyor:

Asan, anası Hatçe Hanım ve kız kardeşi Sıdıka ile Bafra’ya geldiğinde henüz on dört yaşındaydı. Anası memleketten gelirken entarisinin altındaki kuşağının içinde sakladığı küçük ipek torbasında otuz üç tane sarı altın lira getirmişti. Olucak’taki değerlerine karşılık Hatçe Hanım’a Olucak köylülerinin yerleştirildiği Bafra’nın Sürmeli Köyü’nde mesken ve toprak verilmişti. Lâkin Hatçe Hanım çocuklarının daha iyi yetişmesi için şehirde kalmayı yeğlemiş ve kendisine verilen yerlerin karşılığında ve de biraz ek ödeyerek, Bafra’da Rumların terk ettiği mahalleye yerleşmişti. Bu Rum mahallesine iskân edilen mübadiller de müteşekkir olduklarını belirtmek için mahalleye Gazipaşa Mahallesi adını koymuşlardı. Hatçe Hanım ve Hasan Bey de Gazipaşa Mahallesi’nde iki katlı bir evin birinci katına yerleşmişti. Aynı zamanda kasabanın iki kilometre kuzeyinde Kızılırmak Nehri kenarında yedi dönüme yakın Rumlardan kalma bir bahçeleri vardı. Hatçe Hanım bilhassa hemen evin girişindeki hanayda bulunan Rumların açtığı su kuyusunu çok sevdi. Evin içinde olan bu kuyu ev işleri için çok büyük kolaylık oluyordu. Kuyunun suyu tertemiz ve bol olduğu için içme suyu olarak da kullanılıyordu.

Evin ikinci katında da Yunanistan’a hâlâ mübadil olmayı reddeden, Türkçeyi de çok iyi konuşan Feodras isminde yaşlı bir Rum kalıyordu. Hatice Hanım ve Hasan Bey de Rumca bildiklerinden Feodras ile iyi anlaşıyorlardı. Feodras yaşlı ve yalnız olduğu için doğduğu memlekette kalıp ölmeyi tercih ettiğini, bilmediği yeni diyarlara bu yaşta gitmek istemediğini söylüyordu. Hatçe Hamm Feodras’ın kalmasına ses çıkarmadı, nasıl olsa eninde sonunda Yunanistan’a gönderilecek diyordu. Feodras tecrübe ve bilgisi ile Hatçe Hanım’a bahçe işlerinde epey yardımcı oluyordu. Hattâ kendilerine verilen bahçede sebzeleri sulamak için ırmak kenarına inşa edilen sulama çarkının planlanmasında Feodras’ın tecrübe ve bilgisinden çok faydalanmışlardı.

Kitabın bir özelliği de 1900’lü yıllardaki görüntüleri fotoğraflarla günümüze yansıtmasıdır. O fotoğraflar, Türkiye’nin olağanüstü gelişmesini gözler önüne seriyor. Bu yönüyle dokümanter bir eserdir. Aynı zamanda târih şuuru aşılamaktadır: ‘Geçmişin câhili olanlar, geleceğin körüdür.’

Yine Emin Erman’ın kitabından öğrenilecektir: Yunanistan’dan gelen Türkiye’ye gelen Türkler; Yunanistan’a göç eden Rumlar tarafından kasıtlı olarak tahrip edilmiş evlere yerleştirildi. Türkiye’den Yunanistan’a giden Rumlar ise, Türkiye’ye göç eden Türklerin tertemiz bıraktıkları evlere yerleşmişlerdir. 

(İKİNCİ -SON- BÖLÜM YARIN YAYINLANACAKTIR)