Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

[email protected]

Türk Dünyası Uzmanlarıyla Söyleşiler– (2. Cilt)

(BİRİNCİ BÖLÜM)

Prof. Dr. Ahmet Kanlıdere editörlüğünde hazırlanan 13,5 X 21 santim ölçülerindeki 356 sayfalık eserde; Doktora öğrencisi Aybüke Tabak’ın Prof. Dr. Yavuz Akpınar ile; Doç. Dr. Murat Özkan’ın Prof. Dr. Mehmet Alpargu ile; Yüksek lisans öğrencisi Hâlide Baykal’ın Prof. Dr. Ahad Andican ile; Doktora öğrencisi Enes Aydın’ın Prof. Dr. Tuncer Baykara ile; Doktora öğrencisi Ayberk Sinan Özel’in Prof. Dr. Gülçin Çandarlıoğlu ile; Yüksek lisans öğrencisi Seher Yiğit’in Prof. Dr. Ali Merthan Dündar ile; Yüksek lisans öğrencisi Sima Nur Göger’in Prof. Dr. Güljanat Kurmangalieva Ercilasun ile; ?’ın Doç. Dr. Yunus Emre Gürbüz ile; Yüksek lisans öğrencisi Alihan Büyükçolak’ın Prof. Dr. Osman Karatay ile; Yüksek lisans öğrencisi Zeynep Yâsinoğlu’nun Prof. Dr. Hakan Kırımlı ile; Doktora öğrencisi Betül Aydın Karga’nın Prof. Dr. Timur Kocaoğlu ile; Yüksek lisans öğrencisi Muhammed Emin Ata’nın Prof. Dr. Yücel Öztürk ile; Doktora öğrencisi Batın Durmaz’ın Prof. Dr. Ahmet Taşağıl ile; Yüksek lisans öğrencisi Parvin İbrahimova Ağardan’ın Prof. Dr. Mehmet Tezcan ile; Dr. Öğretim Üyesi Zeynep Akarslan’ın Okan Yeşilot ile; Doç. Dr. Hikmet Demirci’nin Prof. Dr. Abdulkadir Yuvalı ile gerçekleştirdiği 16 röportaj yer alıyor.

Editör Prof. Dr. Ahmet Kanlıdere’nin kitap hakkında müfit ve muhtasar beyanı:

           ………..

Söyleşiler yüz yüze gerçekleştirildi. Bunun için bazı öğrencilerimiz Ankara, İzmir ve Bursa gibi yerlere seyahat ederek hocalarımızla buluştular. Kayıt altına alınan mülâkatları kâğıda döktüler, Bunlar tashih edildikten sonra yeniden hocalara gönderildi, onayları alındı. Bütün bu uğraşılar ve çekilen zahmetlerin karşılığını bulduğu kanaatindeyim. İnsanlar sorulmayınca konuşmaz. Gerçek öğrenmenin temelinde soru sormak vardır. Doğru soruyu sorabilmek ise belli bir deneyim ve birikimi gerektirir. Bu soruların basmakalıp değil, araştırmayla ortaya çıkması gerekiyordu, uysal veya mekanik değil, muhatabını konuşturacak, hattâ kışkırtacak sorular olması lâzımdı. Hakîkaten, bazı arkadaşlarımızın bunu çok iyi yaptıklarını, muhataplarıyla tabiî ve samîmi frekansı yakaladıklarını gördüm ve bundan büyük memnuniyet duydum. Söyleşileri gerçekleştirmek suretiyle aynı zamanda târihî bir belge de üretmiş oldular.

Ortak bir çalışmanın ürünü olan bu kitabın hazırlanması sürecinde birçok kişinin katkıları oldu. Öncelikle, değerli vakitlerini ayırıp görüş ve duyuşlarını, bilim yolundaki deneyimlerini paylaşma lütfunda bulunan hocalarımıza minnettarım. Ayrıca, söyleşileri gerçekleştiren öğrencilerimize ve öğretim üyelerine müteşekkirim.

Elbette ki Türk dünyası uzmanları, bu iki kitapta söyleşi yapılan akademisyenlerden ibâret değildir. Henüz gerçekleştirilemeyen söyleşileri hazırlayıp nasip olursa onları da ileride yayımlamak niyetindeyiz.  

Röportajlarda değerli hocaların kısa hayat hikâyeleri ve Türk Dünyâsı ile alakalı görüşleri genişçe ölçüler içerisinde veriliyor. 

Prof. Dr. Yavuz Akpınar’dan dikkate değer bir görüş:

Akademisyenin asla siyâsete girmemesi lâzım. Ha, emekli olur, belli bir noktada akademisyenliği bırakır, siyâsete girer, ona diyeceğim bir şey yok. Ama hem siyaset hem hocalık bence olmaz. Çünkü insanın gücü, enerjisi sınırlıdır. Doğru dürüst bir iş yapmak istiyorsa zâten siyâsete ayıracak vaktimiz de gücünüz de kalmaz.

Prof. Dr. Ahad Andican, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Türkiye’nin Türk Dünyâsı ile ilişkilerini şöyle değerlendiriyor:

Sovyetler Birliği dağıldığında Türkiye'de o coğrafyanın dillerini bilen, kültürlerini bilen veya o coğrafyada Sovyetler döneminde yapılan uygulamaları bilen insan sayısı dört-beş kişi bile değildi. Yoktu yâni. Gerçekten yoktu. Böyle olunca da Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birdenbire ortaya çıkan bu cumhuriyetler konusunda tamâmen geçmişten aktarılan romantik yaklaşımlar oldu. Zamanın başbakanı rahmetli Süleyman Demirel'in Soğuk Savaş dönemi dengelerine uygun bir siyâsî altyapısı var.

Bir başka devlet adamımız, Sovyetlerin Bakü işgali döneminde Azerbaycan Türklerini kastederek, ‘Onlar Şii, biz Sünni’yiz. Onlar bizden çok İran’a yakındır’ diyor, dostluk köprülerini dinamitliyordu. Sonraki zaman dilimlerinde çevresindeki insanların uyarısı ile gönül alıcı söz ve davranışlarıyla yaptığı gafın izlerini silmeyi başardı. 

 (DEVAM EDECEK)