Prof. Dr. Ahad Andican devam ediyor:
Bu coğrafya dağıldığında Türk Dışişlerinin aldığı ilk karar buralarda diplomatik misyonların Moskova üzerinden oluşturulmasıydı. Yâni hâlâ, ‘Tamam bir dağılma oldu ama bunlar Moskova'nın hegemonyasından çıkamazlar. Biz yine ilişkilerimizi Moskova üzerinden yürütmeliyiz’ anlayışı hâkim. Amerika Birleşik Devletleri de aynı şeyi yaptı. Yâni bu kadar bilgisizdiler. Hâlbuki bu insanlar bir şekilde bağımsızlıklarına kavuştuktan sonra Sovyetlere karşı, Rusya'ya karşı ciddî tepkileri olduğu için imkânları elverdiğince merkezden uzaklaşma çabası içerisine gireceklerdi. Nitekim Azerbaycan'da bunu yaşadık. Yâni Elçibey olayı. Elçibey Sovyet sistematiğin içerisinden gelmeyen birisiydi. Türkistan cumhuriyetlerinde ise maalesef o coğrafyadaki komünist partokratlar, Sovyetler Birliği döneminin partokratları yönetici olarak hâkimiyette kaldıkları için bu büyük değişim hızla gerçekleşemedi. Ama Azerbaycan'da ciddî bir farkı gördük. Bu gerçeklerin farkında olmayan Türkiye, 1992'de Ankara'da ilk toplantıyı yapıcında, ben o zaman Koza Sokak'ta Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Namık Kemal Zeybek ve yardımcısı Acar Okan'ın yönetiminde oluşturulan dış Türklerle ilgili ofis bünyesinde danışmanlık yapıyordum. Her ne kadar devamlı bir görev şeklinde değilse de önemli konularda çağırıyorlardı. O toplantılara gittiğimde ben özellikle üzerinde durduğum birkaç konuda yanlış iş yapıldığını ifâde etmiştim. Bunlardan birisi de 1992 Ankara Zirvesiydi. Hazırlık toplantısına gidildiğinde işte biz şunu yapacağız, bunu yapacağız şeklinde sunumlar yapıldı. Özal o zaman cumhurbaşkanı olarak bir Türk birliği kurulması gerektiğini söylüyor. Kalkınma Ajansından tut da bankasına kadar bir ortak pazar, Türk ortak pazarı filan. Bunu getirip tartıştıklarında ben kendilerine ifâde ettim. Orada tabii herkes fikrini söylüyor. Ben de fikrimi söylüyorum. Ve karşı çıkan tek adam ben oldum. Neden? Kimse bilmiyor o coğrafyayı, hepsi hissî, romantik bir bakış açısına sâhip. Sanki bu cumhuriyetler küçük birer Türkiye gibi. Yok, Öyle bir şey… Adamların oradan bağımsızlıklarını almaları ciddî bir süreç Stalin'in meşhur bir lâfı var: ‘Şekilde millî, özde sosyalist’ diye. Bu cumhuriyetler böyle yapılandırılmış. Örneklemek için söylüyorum, Özbekistan bağımsızlığını ilân etmeden kısa bir süre önce ziyarete gitmiştim. 1991 yılında. Bazı bakanlıkların ismi var, kendisi yok. Var olan meselâ Dışişleri Bakanlığı, bir bakan, bir sekreter. Hepsi bu kadar. Çünkü bu cumhuriyetler bir devlet olarak şekillendirilmemiş. Stalin'in söylediği gibi, özde sosyalist, Moskova'ya bağımlı iç koloniler. Yapıları bu, iç koloni. Sen şimdi bu iç kolonilerle, ana gövde dağıldığı için ertesi gün bu cumhuriyetlerle milletlerarası nitelikte birliktelikler oluşturmaya çalışıyorsun. Bunun mantığı var mı? Ama bunu görecek siyâsî bakış açısı dahî yoktu Türkiye'de. Hep konuşulur, işte biz ağabey olmak istedik vs. Alâkası yok. Onun da bir etkisi var tabii. Ama Ankara Zirvesinde Nursultan Nazarbayev ve arkasından İslam Kerimov, ‘Bu tip organizasyonlara giremeyiz’ veya ‘Biz bir ağabeyden kurtulduk, yeni bir ağabeye ihtiyacımız yok’ derken bu işi kendi özel şartlarında kabul edilebilecek bir formata sokmaya çalıştılar. Aslında böylesi bir şeye girişecek, böylesi birliktelikler oluşturacak altyapıları yoktu. Ne kurumları vardı ne altyapıları vardı ne de siyâsî sâhada tecrübeleri vardı. Fakat Türkiye 1992 toplantısında ilk madde olarak ortak pazar, Türk cumhuriyetleri pazarı oluşturma ve ortak kalkınma bankası oluşturma, ortak bilmem ne kurumu oluşturma şeklinde iddialar ortaya koydu. Tabii, sonuç tam bir başarısızlık oldu.
Prof. Ahmet Kanlıdere’nin hazırladığı eser, Türk dünyası uzmanlarını tanıtımının çok ötesindedir. Aslında Türk Dünyâsı anlatılıyor ki, çok önemlidir. Bunca olumsuz gelişmelere meselâ Azerbaycan dışındaki Türk Cumhuriyetlerinin Kıbrıs Rum kesiminde temsilcilik açmaları gibi akla ziyan işler yapılmasına rağmen ümitler tamamen yok olmuş değildir. Kurulmuş ve geliştirilmeye çalışılan Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) veya eski adıyla Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi (Türk Konseyi), Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkiye'nin üye; Macaristan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkmenistan'ın gözlemci statüsünde yer aldığı, Türk devletlerinden oluşan bir uluslararası teşkilât çok aktif hâle getirilebilir.
Mustafa Kemal Atatürk 29 Ekim 1933 târihinde Ziraat Bankası lokalinde; ‘Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur; müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bu günden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilir. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idâresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sâhip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak, yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lâzımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Mânevî köprülerini sağlam tutarak… Dil bir köprüdür... İnanç bir köprüdür... Târih bir köprüdür...
Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü târihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli...’
(DEVAM EDECEK)