Amel imanın gereği olan eylem demektir. İman Müslüman’ın en değerli varlığı, hayatın en önemli olgusudur. Fakat iman amel ile kardeştir. Kardeşler birbirinden ayrılmazlar. Yüce Allah’ın Kur’an’da buna büyük önem verdiğini görüyoruz.
Kur’an-ı Kerim’in 65 yerinde iman kavramı amel-i Salih kavramı ile zikredilmiştir. Bu amelden kastedilen sadece ibadetler değil, tüm hayatı içine alan yararlı ve güzel işlerdir. İman eylemi gerektirir. Çünkü eylemsiz iman, meyvesiz ağaca ya da güzel donanmış benzer. Her inanan kimse inancının meyvesini görmek ister ve görmelidir. Esasen meyve ağacından amaçlanan şey de bu meyveye ulaşmaktır. İmanın meyvesi olan eylem yani amel, ibadetler ile başlar. Dünyamızla ilgili her türlü çalışma ve çabalar sürer, nihayet kabirde son bulur. Ölmüş olan kimsenin amel defteri ise kapanır.
O halde, inanan kimse sürekli eylem içindedir, demektir. Şunu peşin olarak ifade etmeliyiz ki; İslam’a göre taharet ve namazdan tutun da cinsel hayata, çoluk çocuğun geçimini sağlamak için harcanan her türlü çabaya varıncaya kadar, kulun Allah rızası düşüncesine dayalı olarak yaptığı tüm çalışmalar ve sürdürdüğü tüm faaliyetler ibadet kapsamındadır.
Şunu da eklemeliyiz ki; amellerin başında ibadetler gelir. İbadetler de sürekli, günlük, haftalık, yıllık ve ömürlük olmak üzere dört kategoride toplanabilir. Sürekli ibadet şekli Allah’ı anmaktır. Bunun vakti, yeri, zamanı ve sınırı yoktur. İnanan kul, her yerde her zaman Allah’ı anmalı, onu hatırından çıkarmamalı; zaman zaman da tesbih getirerek, tehlil söyleyerek bu inancını güçlendirmelidir. Allah’ı çokça anmak Kur’an-i Kerim’de tavsiye edilmiştir. Ancak bu anmak, sadece Allah kelimesini söylemekten ibaret bir olgu değildir. Belki sürekli olarak Allah düşüncesini gönlünde tutmak tarzındadır. İnanan her kişi, Allah’ı anınca kalbinde tatmin bulur, her zaman yüce Allah’ın koruması altında olur.
Günlük ibadet temizlik ve namaz, haftalık ibadet Cuma namazı, yıllık ibadet Ramazan orucu ve zekât, ömürlük ibadet ise hac’ tır. Bu ibadetler ferdî ve sosyal yapının dengede kalmasını sağlayarak dünya işlerinin daha mükemmel yürütülebilmesi için Müslümanlara moral gücü verirler; toplumun fertlerini birbirine kenetlerler, ruh ve beden sağlığını koruyucu bir fonksiyon icra ederler.
İslam dini, mensuplarına sadece temizlik, namaz, oruç, hac ve zekâtı farz kılmıştır. Bunlar zorunlu ibadetleri teşkil ederler. Ancak, hac ile zekâtın mali imkânı müsait olanlara farz olduğunu düşünürsek geride sadece temizlik, namaz ve oruç kalıyor. Orucun da yılda bir defaya mahsus olduğunu göz önünde bulundurursak kala kala geride zorunlu bir eylem olarak temizlik ile namaz kalıyor. Biri bedenin temizlenmesini, diğeri ise ruhun arınmasını sağlıyor. Yani her Müslüman her gün zorunlu olarak hem bedenini hem de çevresini hem de ruhunu arındırıyor. Bu durumda hangi salim akıl her gün temizlenmeyi ve morali yüksek tutmayı reddedebilir?
Namaz insanın ruhunu güçlendirerek sürekli bedenle birlikte dengede kalmasını sağlar. Dolayısıyla, namaz ruh sağlığının bir teminatı niteliğindedir; aynı zamanda müminin miracıdır.
Günlük ibadetlerden temizlik ve namaz dışındakiler zorunlu değildir. Bunlara nafile ibadetler denilmektedir. Fazladan namaz kılmak, fazladan oruç tutmak, fazladan sadaka vermek, fazladan kurban kesmek ve hac yapmak bunların başlıcalarıdır. İfrata kaçmamak şartıyla, nafile ibadetler dinimizde teşvik edilmiştir. Ancak, çağımızda özellikle bilimsel, ekonomik, sosyolojik ve teknolojik yönden güçlenmek için çaba harcamak, bu alanda bir beceri kazanmaya çalışmak nafile ibadetler ile meşgul olmaktan daha üstündür. Çünkü imanı diri, toplumu ayakta tutacak altyapıyı hazırlamak ve kuvvet elde etmek de Müslümanlara farzdır. Enfal sûresinin 8/60. Âyeti bunu emrediyor. Kanaatimizce buradaki emir vacip mânasındadır.
Çağımızda olduğu gibi, İslam dünyasının güçsüz olduğu bir zamanda nafilelerle meşgul olmayı bir kenara bırakıp imar edilmesi bize farz olan dünyayı imar etmekle meşgul olmalı, her bakımdan güçlü ve kuvvetli olmalıyız. Kuvvet elde etmek de imanın gereği olan büyük dini bir eylemdir, cihattır.
Allah katında iyi bir kul, gerçek bir Müslüman olmak için, dünya işlerinde başarılı olmak, her alanda bilgi ve beceri sahibi bulunmak gerekir. Dünya işlerini başarmaktan uzak duran bir kul, gerçekte Allah’a yaklaşamaz, takva sahibi olamaz.
İslam beş temel üzerine kurulmuştur:
“Allah’tan başka bir ilah bulunmadığına ve Hz. Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna tanıklık etmek, namazı kılmak, zekâtı vermek, Beytullah’ı haccetmek ve Ramazan’da oruç tutmak.” (Buhari ve Müslim)
Ebû Hüreyre’den rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet gününde ümmetim, abdestin bıraktığı izlerden dolayı alınlarında beyazlık olduğu halde meşhur olacaklardır. Beyazlığını kim uzatmak isterse yapsın.” (Buharî, Vudu’, 3., Müslim, Taharet, 35)
Osman b. Affan’dan rivayet olunduğuna göre Resûlullah(s.a.) şöyle buyurmuştur:
“Kim abdest alır da abdest eylemini güzel yaparsa, tırnaklarının altından çıkmaya varıncaya kadar hataları cesedinden çıkar.” (Buharî, Vud’, 6)
Ebû Hüreyre’den rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur:
“Müslüman yahut mümin bir kul abdest alıp da yüzünü yıkarsa, gözü ile bakarak elde ettiği bütün hatalar yüzünden su ile yahut suyun son damlası ile çıkıp gider. Ellerini yıkadığı zaman elleri ile işlediği bütün hatalar su ile yahut suyun son damlası ile çıkıp gider. Ayaklarını yıkadığı zaman ayakları ile yürüyerek elde ettiği bütün hatalar su ile yahut suyun son damlası ile çıkıp gider. Nihayet günahlardan temizlenmiş olarak çıkar.” (Müslim, Tahare, 32.)
Ebû Hüreyre’den rivayet olunduğuna göre Resûlullah(s.a.) şöyle buyurmuştur:
“Size, Allah’ın hataları sileceği ve dereceleri yükselteceği bir işi göstereyim mi? Ashab: “Evet, ey Allah’ın elçisi” dediler. Zor şartlarda abdesti tam olarak almak, mescide adımları çok atmak ve bir namazdan sonra diğer namazı beklemektir. İşte bu ribattır, işte bu ribattır.” (Müslim, Tahare, 41.)
Ribat, düşman sınırında ordu mensuplarının nöbet beklediği yerdir. Yani bu şekilde abdest almak, düşman sınırında nöbet beklemek kadar sevaptır.
Ebû Hüreyre’den rivayet olunduğuna göre; Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur:
“Beş vakit namaz, Cumadan Cumaya kılınan namaz, büyük günah işlenmedikçe arada işlenen kusurlara kefarettir.” (Müslim, Tahare, 16)
“Kim iki serin vaktin namazını kılarsa cennete girecektir.”
“Güneş doğmadan ve batmadan önceki namazları kılanlar cehenneme girmeyecektir.”
“Kim sabah namazını kılarsa o Allah’ın zimmeti altındadır. Ey Âdemoğlu bak, Allah zimmetinde bir şeyi sizden istemeyecektir.” (Müslim, 1/454, Mesacid, H. No:262)
“Kim evinde iken temizlenir sonra da Allah’ın farzlarından birini yerine getirmek için Allah’ın evlerinden birine geçerse attığı her adımdan biri bir hatayı siler, diğeri de derecesini yükseltir.” (Müslim, Hadis No: 666)
“Sizden biri, ailesine dönmeyip namaz kılmak için beklediği sürece namazda imiş gibi sevap kazanır.” (Buhari, Ezan, 30)
“Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan 27 derece daha faziletlidir.” (Buharî, Mevakît, 26)
“Kim yatsı namazını cemaatle kılarsa gecenin yarısına kadar namaz kılmış sevabı kazanır. Kim sabah namazını cemaatle kılarsa bütün geceyi namaz kılarak geçirmiş gibi sevap kazanır.” (Ebû Davud, Slat, 74)
“Herhangi bir kul Allah yolunda bir gün oruç tutarsa, o gün sebebiyle Allah onu yetmiş yıl cehennem ateşinden uzaklaştırır.” (İbn Mace, K.Sıyam, 34; Sahihu İbn Huzeyme, K. Sıyam)
“Kim Ramazan orucunu inanarak ve karşılığını sadece Allah’tan umarak kılarsa geçmiş günahları bağışlanır.” (Buharî, K. Sıyam, 38; Müslim, Sıyam, 760)