(BİRİNCİ BÖLÜM)
Türkiye’de roman okuyucusu; 1940 – 1960 yıllarında, ağaların ve jandarmaların haksız ve aşırı baskılarına, zulümlerine mâruz köylülerin çilelerini okumaya âdetâ mahkûm edilmişti. O dönemde yazılan Kara Bibik, Bizim Köy, Irazcanın Dirliği, Yılanların Öcü, Gomünis İmam, hatırda kalan köy romanı isimlerinden birkaçıdır.
Kadın Hastalıkları ve Doğum dalında Prof. Dr. unvanına sâhip Ayşe Filiz Yavuz, köy romanını andırır fakat ‘yayla romanı’ olarak da vasıflandırılabilecek eserinde eşkıya ve çapulcuların tâcizleri altında yaşayan babacan ve sevecen insanları anlatıyor.
Yazar köy ve göçebe hayatını ustalıkla tasvir ediyor. Mesleği göz önünde bulundurularak bir değerlendirme söz konusu olduğunda ‘hârika’ denilmesi gerekir. Bununla yetinmiyor, mahallî kelimelerin mânâlarını dip notlarla açıklıyor. Birkaç örnek:
Alaf: Alev.
Andız: Ardıç ağacının bir çeşidi.
Arık: Zayıf
Ataş: Ateş.
Börk: Türklerin Türkistan coğrafyasında yaşadığı zamandan beri kullandıkları bir nevi şapka.
Çebiç: 2 yaşındaki erkek keçi
Harar: Büyük, sağlam yapılı kilim çuvallar.
Isıtma: Sıtma
İstar: Halı-kilim tezgâhı.
İt damı: Hapishâne.
Küllü su: Detarjan yokken onun yerine kullanılan temizlik malzemesi. Meşe ağacının külünden olanı en iyisidir.
Loğ taşı: Damların üzerindeki toprağı düzeltmek ve sıkıştırmak için, silindir şeklindeki taş.
Malamat etmek: Ziyan etmek, ateşe vermek.
Pavkırma: Çakal uluması.
Savan: Pamuk ipliğinden dokunmuş ince yer yaygısı.
Senit: Üstünde yufka açmaya yarayan ekmek tahtası.
Sokum: Dürüm.
Şinik: Sekiz kilo karşılığı eski bir ağırlık birimi.
Ut yeri: Edep yeri
Varsıl: Zengin
Yağlık: Beyaz ince tülbentten yapılan başörtüsü.
Yumuş: Emir, iş, hizmet.
Zil: Fakir, çıplak.
Göç kervanının yola çıkışında kervanbaşının yüksek sesle söylediği sözler alâka çekici:
Mart gülmeli, nisan ağlamalı, mayıs çoğalmalı
Yorulmadan yol alınmaz
Çalışmadan mal alınmaz.
Çiftçi gittiği kadar
Yörük güttüğü kadar
Ya Allah, Bismillah!
Romanın önde gelen şahsiyeti Omar Hoca, eski zaman köy romanlarının aksine, hoşsohbet, yardımsever, evi ve eli açık bir ağadır. Yayla evine ulaştığında, yolunu gözlemekte olan yaşlı kadının feryat gibi konuşmasını sonuna kadar dikkatle dinler:
-Ağam, vay gardaşım, Omar Hoca'm! Nicedir yolunu gözlerim. Kaç vakittir burada eyleştim, durdum.
Omar Hoca kır atından indi. Atını bir yumuş oğlana verdi:
-Nedir derdin bacım?
-Sarı sıcakta ısıtma olmasın diye topladım çoluk çocuğu çıktık buraya, herifi ırgat bıraktık yazıda ya... Küçük oğlanı bir ataş aldı sorma. Alaf alaf yanıcı. Ne dedilerse kaynattım içirdim de ataşı düşmedi. Çay dedikleri bir şey varmış. Kaynatınca ataşını alır dediler. Bizde ne arasın ağam. Anca varsıllar içermiş. Olsa olsa Omar Hoca'da olur dediler. Varsa bir tutam versen de oğlana kaynatsam…
Omar Hoca kadına baktı. Bir iplik çeksen kırk yama dökülecek kadar fukara, üfürsen uçacak kadar arık, dokunsan düşecek kadar hâlsiz... Yaşı ileri değildi, lâkin zayıflıktan yüzünün derisi dahi kırışmıştı, koca avratlar gibi. İçi acıdı. Çayın adı vardı da kendi yoktu. Daha kendi bile hiç içmemişti:
-Vay bacım! Bin küllü helâl olsun sana. Ne gezer. Olsa bir tutam değil, daha çok vereyim.
Kadın başını eğdi, gözünden iki damla yaş süzüldü. İneklere ‘Ho ho’ diyen yaylacıların arasından geçip uzaklaştı.
Omar Hoca’nın hanımı Aynı Hatın uzun uzun baktı kadının ardından:
-Vah kele bacım sana. Çukurova’da ısıtma kırdı geçirdi çocukları. Buraya ısıtmadan kaçıp geleceksin de... Dert seni kovalayacak gene ardından…
Aynı Hatın yaylaya varır varmaz, ilk işlerden biri olan inekleri sağdırdı hemen. Daha önce yaylaya gelmiş olanlara ve emzikli kadınlara gönderdi. İnekler de iki gündür sağılmamıştı; memeleri mavi mavi, damar damar olmuş, gerilmişti.
Her gün Aynı Hatın'ın sağdırıp gönderdiği süt ile artık emzikli kadınlar da rahat edecekti.
Omar Hoca ve ailesinin yaylaya indiklerini görenler ‘hoş geldin’e geldi Hoca'ya. Dutun altına serili kilimde onları karşıladı Omar Hoca. Gemlere, kızlara, Aynı Hatın'a tepsi hazırlattı. Bu arada geleneği bozmadı. Her sene yaptığı gibi bir de iyisinden çebiç kestirdi. Yarısını kendinden önce gelen yayladakilerin evlerine parçalatıp gönderdi. Geri kalanını küpeli büyük kazanda pişirtti Aynı Hatın. Birazı kavruldu; bir kısmı şişlerde kızartıldı, etin suyu közün üstüne damladıkça yaylaya kokular ve cızırtılar yayıldı. Bir başka küpeli kazanda da bol tereyağlı bulgur pilavı hazırlattı. Yufka ekmek koydurttu, gelenlere ikram etti. (DEVAM EDECEK)