Prof. Dr. Sadık Kemal TURAL

Akademisyen

[email protected]

Prof. Dr. Sâdık K. Tural ‘Anlatmak’ Kelimesinin Engin ve Derin Mânâlarını Anlattı - 5

(BEŞİNCİ BÖLÜM)

Halkın adâlet, güvenlik içinde çilesi az bir hayat yaşaması, sayıları bini bulan üst yöneticinin görevidir.  Üst yöneticilerin kibriyle halktan kopmasını önlemek için, hem de halkın ve ayarı bozulanların uyarılması için tahkiyeli eserler -özellikle de gelenekli tahkiye- çok önemli bir edebî, felsefî ve sosyolojik yaygın eğitim aracı olagelmiştir.  Kırk Vezir Hikâyesi gelenekli tahkiyenin temsilcilerindendir.

Modern hikâye, roman, piyes gibi metinlerde ise hırs, haset, riyâ ve kibirle bunlara bağlı iç ve dış çatışmalar vak’anın varlık sebebidir. Modern tahkiye gelenekli yapıdaki ayıklama ve arındırmayı tecrit ve temsil ögelerine bağlı yapılandırma hedefinden uzaklaşmıştır. Modern tahkiyeli eserler, İnsan denen varlığın her türden hırs, haset ve riyalarına bağlı örtülü ve açık mücadeleleri, sürtüşme ve çatışmalar üzerine kuruludur. Bu çatışmaların getirdiği çöküntü ve çirkinleşmeler ile insanlıktan uzaklaşmalar da ön plana çıkabilmektedir. Tezat, çatışma modern tahkiyeli eserlerin vazgeçilmezidir; bütün mesele bu tezadı hangi kelime ve cümlelerle anlatılacağıdır. Ahmet Mithat’ın Felâtun Beyle Rakım Efendi, Mizancı Mehmet Murat’ın Turfanda mı Turfa mı? Recaizade Ekrem’in Araba Sevdası adlı romanları bir şablon üzerinden gösterilecek karşıtlıklara dayanır. Psikolojik tahlillerin eseri derinleştirmesine rağmen Peyami Safa’nın Fatih Harbiye ve benzerleri çok fazla olan bazı eserler, tezatları anlatma üzerine kurulmuştur.

Çetinoğlu: Tezatlara muhalif misiniz?

Prof. Tural: Tezatlara karşı çıkmıyorum, dozuna işâret ediyorum. Sanatkârın hürriyeti vardır; bu ifâdeye katılıyorum. ‘Sanatkârın istediği veya ona tanınan nasıl bir hürriyettir?’ diye sık sık bana soruluyor. Edebiyat eseri veren ve bu işleviyle sanatkâr unvanı taşıyan ediplerin hürriyeti nasıl ifâde edilmelidir?

Roman, kısa hikâye yazarlığı ve şâirliği yanında, edebiyat Târihçimiz Ahmet Hamdi Tanpınar’ın anıt eserlerden sayılan 19. Asır Türk Edebiyatı Târihi adlı çalışması, edebiyat bilimciler ve Târihçiler için bir başvuru kitabıdır. Eserin başındaki ‘Nev’ilerin Tekâmülü’ bölümündeki ve şahısları ele aldığı kısımlardaki tahkiyemizin geçirmekte olduğu değişim ve dönüşümleri sezdiren ifadeler, çok değerlidir.

 Sanatkâr doğup büyüdüğü, hayatın çeşitli yanlarının ve yönlerinin etkisiyle biçimlendiği bir kültürün parçasıdır. Onu saran bir kültür alanını yok sayamayız. O kültür alanı, farklı yansımalar da bulunduran bazı tabakalardan meydana gelmektedir. Edebiyat eseri veren insanlar, kültür tabakalarından birine veya birkaçına hattâ geneline hâkim olan çözülmelere, çürümelere, yoksunluklara ve marjinalliklere karşı çıkmak hak ve yetkisine sâhiptir; bu konuda hürriyetinin kısıtlanmaması ortak tezimiz olmalıdır. Bütün mesele edebiyattan sayılan eserler verme niyeti taşıyanların, militanlık etmemesi, militanlık edilmesini hedef saymamasıdır. Hangi türden olursa olsun fanatizm, grup kin ve öfkesine dönüştüğünde toplum ve istikrar yara alır, hastalanır. Sanatkârlar ahlâkın, erdemin ve kanunların belirlediği sınırlar içinde bağımsızdır. Onun hürriyeti bazı açılardan rind’in bağımsızlığına benzer. Rind, ‘hikmet'in kendisindeki çok etkili yansımalarıyla yaşamayı benimsediği için, Rab dışındaki bütün sınırlandırıcılara kat’iyen yüz vermediği için, tam hürdür, bağımsızdır. Onun hürriyetinin sınırları ahlâk ve erdemdir. 

İnsan olmanın en önemli özelliklerinden birisi bilgilenmeye bağlı olarak zihnin birçok bölümünün işlerliğe geçmesidir. İnsan, daha önceden kazanılmış bilgilerin yardımıyla, yeni durumları, olayları ve varlıkları adlandırıp anlamlandırmaya çalışmasından sonra, anlatma basamağına geçmektedir. Israrla tekrarlayalım ki, beş duyusu veya onun ötesiyle algıladıkları karşısında insan, üç davranış gösteriyor: Adlandırma, anlamlandırma ve anlatma... Bu üç mutlak ihtiyaca ait yansımalar insandan insana değişiyor. Bu üç işlem dizisi bilginin kaynağı ve edinilmesine ilişkin çabaya göre çok değişiyor: Resuller, nebiler adlandırma, anlamlandırma ve anlatma işlemlerini yapma görevi üstlendiklerinden, üstte yer alanlardır; sonra bilgeler (veliler, sûfiler, hakîmler) sonra bilginler (temel bilimler, fen bilimleri, sağlık bilimleri, sosyal bilimler), sonra diğer insanlar.

İnsan bilgilerinin çeşitliği ve seviyesi, dile hâkimiyeti oranında zekâ adlı ana merkezlerin işlerliğini sağlamaktadır. Fıtrat denilen öz enerji, zekânın ana merkezlerinin işlevlerinin gereği olan işlerliğe kavuşturuldukça, insanlaşma boyutu ortaya çıkmaktadır. Zekâ adlı bilinmezleri bilinenlerinin yüzbinlerce katı olan merkezlerdeki işleyiş sistemlerindeki ışık hızına yakın işlerlik fıtrattan gelen bir özelliktir. Allah’ın var ettiği bilgi yansımalarından biri olan insan, insanın yansımalarının enerji merkezi zekâdır.

İnsanlaşma, fıtrat nitelikli öz enerjiye ulaşma süreçleri, var edilmişliğin sebebini aramaya açık bir zihin sâhipliği ile kendi olmaktır. Kişi ve toplum olarak kendi olmaya yöneltici süreçler, doğru, iyi, yararlı, güzel sayılan bilginin edinilmesini sağlayabilmektedir. Kişi, topluluk, toplum ve insanlık ölçeğindeki ortak bilgi ve benimsemeler önceki hatâların tekrarlanmasını önlemekte, eksiklerin giderilmesini hazırlamaktadır.

Daha önce yaşamış olan insanların biriktirdiği, soyut hükümler ile somut varlıklara ilişkin benimsemeler bilgi sayılmaktadır. Bir kısmı târihî kökence benzeştiklerimizin, bir kısmının ise, çeşitli toplulukların üretip benimsediği bu bilgiler, insan olup insan kalma amacına katkılarda bulunmaktadır. Bilgi edinme bir mecburiyet, bir mutlak ihtiyaçtır. İnsan bu ihtiyacın ve mecburiyetin gereğini yaptığı oranda toplumun bir üyesi, insanlığın değerli bir parçası, benzeşirliğin örneklerinden biri olmaktadır.

Önceki nesillerin miras bıraktığı atasözlerinin, deyimlerin her biri, bildirmek, bilgilendirmek, uyarmak, benzeşerek bir arada tutmak değil midir?                                                                                                                                                                                                                     (DEVAM EDECEK)