Prof. Dr. Sadık Kemal TURAL

Akademisyen

[email protected]

Prof. Dr. Sâdık K. Tural ‘Anlatmak’ Kelimesinin Engin ve Derin Mânâlarını Anlattı - 6

(ALTINCI BÖLÜM)

Oğuz Çetinoğlu: İnsanoğlu hayatının her safhasında ihtiyaç hissettiklerini karşılamak durumundadır. İnsan ve ihtiyaç bağlantısından söz eder misiniz?

Prof. Dr. Sâdık K. Tural: Her insan daima ihtiyaç ile bağlı, bağlantılı ve sarılıdır. Her insan, zamana, yaşına, cinsiyetine, bilgi birikimine, sosyal ve kültürel konumuna göre başka varlıklara bağlı ve bağlantılıdır Arapçadan alınıp Türkçeleştirdiğimiz kelimelerden biri, ‘ihtiyaç’ adını taşıyor. İhtiyaç, eksikliği duyulan, edinilmesi mutlaka beklenen, yokluğu ve/veya yoksunluğu için tepki verilen maddî veya mânevî varlıklar anlamına gelmektedir. İnsan tür ve işlevleri farklı varlıklara, eşyaya, durumlara ve davranışlara ulaşmak erişmek istemekte, bunları ihtiyaç saymaktır. Modern psikoloji, biyolojik ve psikolojik sağlıklılığın ihtiyaçların karşılanmasıyla doğru orantılı olduğunu gösteren araştırmalar ortaya koydu. Buna karşılık ihtiyaçların giderilmesinde kişinin çabasının derecesi ve doymazlık yüzünden oluşan hırs, haset, riyâ üzerinde nedense durulmadı. Muhtaç olan, ihtiyaç duyan insan, istediklerinin, beklediklerinin elde ettiklerinin sınırını bilmezse, ahlâksızlaştıran erdemsizleştiren doymazlıktan doğacak tehlikeler araştırılmadı. Ahlâk ve kanun tanımazlığın, benzeşirlikten sapmanın kaynağında doymazlık, hırs, haset, riya olduğu araştırma ölçütlerinden ve hedeflerinden sayılmadı. Vahiy nitelikli dinler ile ahlâk temeline dayalı inançların, insanın doymazlığını ve nankörlüğünü, kendinin dışındakinin hak gasbını aklîleştirme eğilimine bağlı uyarıları görmezden gelindi.

Türkçedeki muhtaç olmak deyiminin içinde, bağlı hattâ bağımlı olmak anlamları bulunmaktadır. İnsan bedenindeki her hücre birbiriyle oranları farklı ilişkiler kurduğu gibi, bazıları bağlı bazıları bağımlı bağlantılarla organların işlevlerinin sürdürmesini sağlıyor.

Sistemin canlılığını devam ettirmesi için, başka varlıklardan aldıklarının ölçüsü, miktarı ve zamanı farklı olması gereken enerjilere ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaçların karşılanmasında ahlâk, erdem ve kanun tanımazlığın örneği olan sapma sapıtma ve alışkanlıklar bir yönüyle edebiyattan sayılan metinlerin yapısını oluşturmaktadır.

Çetinoğlu: Turgut Özel merhum, kurduğu partinin üç hürriyeti yaygınlaştıracağını beyan etmişti: 1-Teşebbüs hürriyeti, 2- Düşünce hürriyeti, 3-Düşünceyi yayma hürriyeti. Anlatma ihtiyacı, bir bakıma üçüncü hürriyet olabilir diye düşünüyorum.

Prof. Tural:   

İnsan, dil adlı aracın tanıdığı imkânlar oranında bilgi edinip hem kendi gerçekliğinin, hem diğer varlıkların ne olup ne işe yaradıklarına ilişkin gerçeklerin bilgisine ulaşıyor. İnsan, kendisinin, benzerlerinin diğer varlıkların ve eşyanın işlevi, işlerliği konusundaki adlandırma ve anlamlandırma çabasının sonucu olan bilgiyi, anlatmak ihtiyacı ile donatılmış bir varlıktır. Anlatmak ihtiyacı Maslov’un piramidinin her basamağında farklı yansımalarla varlığını, işlevini sürdüren bir mutlak muhtaçlıktır. Merhum Özal Maslov’dan ilham almış olabilir. Renklendirilmiş cümle uygun değilse siliinebilir.

Bu adlandırma, anlamlandırma ve anlatma ihtiyacı bir yanıyla bilim ve bilgelik, bir yanıyla siyâset ve ticâret, bir yanıyla da sanat adı verilen alanlarda geniş kitlelerin paylaştığı kompozisyonlar hâlinde yansıtılmaktadır. Sanat alanındaki anlatarak yansıtmaların büyük bir kısmı da SÖZ adlı malzemeyle var edilenlerdir. Söz adlı, beyan nitelikli anlatma ihtiyacına dayanan kompozisyonlara, edebiyattan sayılan metinler adını vermeliyiz. Edebiyattan sayılan metinlerin çok serbest bir söz ikliminde gerçekleştiğini sanmak yanlıştır. Çünkü anlatma ihtiyacına bağlı işlemler, yaşanılan kültürün içinde, bilinen dilin imkânlarıyla gerçekleştiriliyor.

Adlandırma, anlamlandırma ve anlatma ihtiyacı bir sanatkârın görüş/bakış açısıyla biçimlendirilerek başkalarıyla paylaşır hâle getiriliyorsa edebiyattan sayılan metinler ortaya çıkmış oluyor. Bu metinler ister nazım ister nesir olsun heyecanı esas alan duygulandırmaya dayanan bir tefekkür zemininde var ediliyor.  İnsanı tanımlamak adına şu hükmü ileri sürebiliriz: İnsan, heyecanlarına bağlı dürtü ve davranışları hayvanlaşmak yerine insan kalmak düzleminde güzelliğe bağlı etkilendirme niyetiyle sözle ve yazıyla anlatma çabası gösteren bir varlıktır.

Anlatma ihtiyacı duyanlar öncelikle işittiği, gördüğü, gözlemlediği, yaşadığı; sonra da okuyarak kazandığı bilgiyi paylaşmaya dayalı bir dürtünün yönlendirmesi altındadır. Birikimlerindeki olumlu veya olumsuz kişi, olay ve durumları anlatmayanlar, anlatamayanlar veya gizleyenler bir süre sonra çeşitli rahatsızlıklarla karşılaşmaktadırlar.

Anlatma adlı durum, edinilmiş bilginin -kendi yorum penceresinden görülenlerin- başkalarına sunulmasıdır. Çeşitli alanlara ait bilgiler farklı sunum yollarıyla başkalarına iletilmektedir. Yakın veya uzak geçmişe ait kişi, olay, durum ve kalıntılara ait bilgiler farklı bilim dalları aracılığıyla meraklısına sunulmaktadır. Târih, arkeoloji ve sanat Târihi başta olmak üzere çeşitli alanlar geçmişte var edilmiş olay, durum ve eşya ile bunların öznesi olan kişi ve toplumlar konusunda araştırmalar yapıp hükümler üretiyorlar. Bu türden hükümleri de bir hukukî veya tıbbî araştırmaya, soruşturmaya bağlı olan mecburluk ile sınırlanmış anlatmaları da -şimdilik- bir kenara bırakalım. Vak’a unsurunun anlatanın vazgeçilmez saydığı metinlerden, gerçeğimsileştirmelerin öne çıktığı anlatmalar, ayrı bir alan oluşturur. Anlatmak ihtiyacı, işittiğinden emin olunan varlıklarda etkiler yapması, değişim ve dönüşümler uyandırması, benzeşmeyi ve bütünleşmeyi artırması beklentisine ait söze dayalı yansımalardır.

Türk soylu halklar, coğrafyanın zamanın ve şartların değişim ve dönüşümlerine bağlı bir sonuç olmak üzere kendi dilleri konusunda bilinçli bir tutum göstermemiş olsalar da BEN ve O; kendim ve öteki arasındaki ayrıştırmaya bağlı bir bilinç sâhipliği ile Târih içinde kendine özgü bir yer kazanmıştır. Bir ‘nebi’ olduğunda neredeyse birleşilen Oğuz Kağan adının merkezde olduğu tahkiyeli metinde benlik, kimlik ve erdemi önceliyen bir anlatım görüyoruz. Diğer yandan henüz Avrupa’daki dillerin klanlara ait dilcikler olduğu Târihlerde, bir devlet adamının ağzından anlatılan Orhun Yazıtları 1350 yıl öncesindeki kendilik bilinci ve öteki bilgisinin apaçık yansımalarıdır. Bu iki ulu metne, Korkut Ata metinlerini, Manas destan kolları ile Gur/Gor, Kör oğlu kollarını eklemeliyiz.                                                                                                               (DEVAM EDECEK)