(SEKİZİNCİ BÖLÜM)
Oğuz Çetinoğlu: Anlatma ihtiyacı karşılanırken dikkat edilecek hususlar olmalı…
Prof. Dr. Sâdık K. Tural: Anlatma adını verdiğimiz sözlü veya yazılı iletiye bağlı kompozisyon, anlatanın ilgi çekme niyetiyle yapılandırılmaktadır. İlgilenilmek, beğenilmek, başkalarının dikkatini üzerinde toplayarak saygı ve îtibar görmek her insan için -dozu farklı bir -beklenti ve çabadır. Söze dayanan kompozisyon var edenler anlatımı güzel ve etkili kılmak için özen göstererek bir iklim yapılandırırlar. Bu yapılandırma hayatın gerçeğinin yaşanmış veya yaşanmakta olanın aynen anlatılması değil gerçeğimsileştirilmesidir.
Dinleyenin/okuyanın ilgisini çekip merakının giderilmesini sağlayan anlatma eylemi, şu vakitte, şu yerde, şu şahıslar'ın rol aldığı, şu hadiseler oldu veya olmuş veya olacakmış ögelerini taşımaktadır. Okutma, dinletme bekleyenler, bir olaycık, olay, olay örgüsüne dayanması gerekiyor; anlatma ihtiyacının da dinleme ihtiyacının da temelinde olay ögesi var.
Bir vak’a etrafında anlatılan bilgilendirmeleri duygulandırmayla bezeyen tahkiyeli eserleri gelenekli tahkiyeli eserler, modern tahkiyeli eserler olmak üzere ikiye ayırmak gerektiğine inanıyorum.
Bizde hikâye etme ve öyküleme kavramları kullanılmaktaysa da -doğrusu hikâyelendirmemeyle anlatım, hikâyelendirmeli metin olabilir- ben estetik hassasiyetin biçimlendirdiği gerçeğimsilikle bezeli olay(cık) taşıyan metinlere tahkiyeli eserler denilmesini savunageldim.
Çetinoğlu: Batılı ülkelerde de aynı sanat var mı?
Prof. Tural: Batı dillerinde vak’a unsurunun ön plana çıktığı her türden anlatmayı karşılarken zaman içinde, yalnızca modern tahkiyeli eserlere ait anlatmaları karşılayan bir kavram var: Narration. Narrasyon kavramı, ilgiyi ve beğeniyi var etme çabasının ön plana çıktığı estetik heyecanların yapılandırdığı olayların anlatılmasıdır.
Mit, masal, destan, kıssa, menkıbe gibi anlatıcının önceden edinilmiş alışkanlıklara gelenek sayılan kuralsılara dayanan vak’alı metinler, gelenekli tahkiyeli eserlerdir. Üç yüzyıla yakın bir zamandır var olan novel, romans, roman, piyes, senaryolar ise modern tahkiyeli eserlerdir. Bunların yapılarının aslî unsurları ve yapılandırma gayretindeki incelikler konusunda telif, tercüme veya tercüme kokulu çeşitli teorik kitaplar bulmak mümkündür.
Zaman ve mekân belirleyerek -çoğunlukla çok dar çevrede- gerçekleşmiş olaycıklardan en önemlisi sevdiklerimizin veya sevmediklerimizin hastalanması veya ölmesidir. Anlatma ihtiyacını var eden gerçekliklerden birincisi budur. İnsanın ezeli ve ebedi korkusu ölmektir, ölümdür. Ölüm dışındaki bütün gerçeklikler geçicidir ve ölmek dışındaki olay ve durumların tamamı bir rüyadan ibârettir. Ölmek mutlak kayıptır. Hastalık da sağlığın huzurun, mutluluğun kaybıdır. Kendisine, çok sevdiklerine ait ölüm ve ağır hastalık hâllerinin insanın iç dünyâsında ürkütücü, korkutucu, depremsi etkiler yaptığını bilmeyen yoktur. Sevdiği insandan mekândan çevreden ayrılma da bir tür kayıptır. Çok sevdiği insandan ayrılma da depremsi etkiler yapabilmektedir. Diğeri ise, herhangi bir konudaki başarı veya başarısızlıktır.
Çetinoğlu: Anlatma ihtiyacı, eğitim hâline dönüştürülebilir mi? Bir de anlatımda hikmetli sözlerin kullanılması meselesi var…
Prof Tural: Gerek olumlu gerekse olumsuz olay ve durumlar ile kişilere ait bilgi sunumu bir tür eğitimdir. Örgün eğitim öğrenme süreçlerinin içinden geçerken soru soran, sorularına cevap arayan bilinçli insan oluşturulması değil midir? Yaş guruplarını dikkate alarak kendi olma gerçekliğinin gerektirdiği hikmetleri kazanmak hem örgün eğitimin hem başta edebiyattan sayılan metinler olmak üzere yaygın eğitimin hedefi olmalıdır.
Her türden inançların ötesinde ve üstünde saydığım kavramlardan biri olan hikmet, ‘yaratılma sebebini arama’, ‘sevme adlı yönelişin ne olduğunu öğrenme’, ‘kendi olmanın sınırlarını idrak etme’ olarak sıralanacak değişim ve dönüşüm bilgisidir. Bu üç hikmete ulaştırıcı bilgi arayışı üzerinde düşünmemiş olanların yazdıklarının söylediklerinin ömrü kısadır. Hikmete ulaştırıcı bilgilerin kaynağı ve türleri konumuzun dışındadır. Hikmetli bilginin peşinde olma çabasının anlatma ihtiyacına, paylaşma arzusuna bağlı yansımaları, edebiyat metinlerini tahlil edenlerin bilmesi gerekenlerdir.
Hikmet kavramına sûfilerin yaklaşımına veya felsefecilerin süzülmüş imbiklenmiş bilgi olarak tanımlayışına yakın düşüncelerin sâhibiyim. Özlüce söylemeye çalışayım: Hikmet insana, insanla Rabbi arasındaki bağlara ait en derindeki sırlara doğru yönelmenin kazandırdığı bilgidir.
Vahyin muhatabı olma hakkı kazanan resuller ve nebiler o bildirimlerde yer alan hikmetli bilgilerin harfine dokunmadan nakletmek mecbûriyetindedir. O hikmetler ve onlara zemin oluşturan olaylar Rab katından gelen Ruhül-kuds da denilen Cebrail’in bildirimleridir. İlahî hüküm ve hikmetler tartışmazlık alanıdır; vahyin muhatapları iman sâhipleridir. (DEVAM EDECEK)