Kanaatimizce İslam dünyasının önemli meselelerinden biri kader meselesidir. Ancak kader inancı ile kadercilik birinden farklı şeyler olup kader inancı ile kaderciliği birbirine karıştırılmaması gerekir. Kaderin doğru anlaşılması ve doğru yorumlanması gerekir. Yanlış yorumlanması bir toplumun yapısı üzerinde olumsuz etki ederek inancın sapmasına sebep olur. Bunun yanında dünya hayatı ile ilgili çalışmaların da hedefinden sapmasına neden olabilir. Burada bu nokta üzerinde durmak istiyoruz.
Kader; ölçmek, belirlemek, bir şeyin ölçüsü, miktarı, Allah’ın bir şeyi belirlemesi ve hakkında hüküm vermesi gibi anlamlar ifade eder. Dinî yönden kaderi şöyle tarif edebiliriz: “İnsanların kendi istek ve seçimleri dışında, yüce Allah’ın kendileri hakkında belirlediği ve hükme bağladığı işlerdir.” Örnek vermek gerekirse; bir kimsenin erkek yahut kadın olarak yahut güzel ya da çirkin olarak, yumuşak yahut sert tabiatlı olarak yaratılması, dünyaya böyle gelmesi, şu veya bu ana-babadan doğması, başına beklenmedik olayların gelmesi, ölümcül hastalığa yakalanması yahut ölmesini zikredebiliriz.
İşte bu ve benzeri, Allah’ın mutlak iradesine bağlı olan ve kulun müdahale imkânı olmayan olaylar konumuz olan kaderin açık örneklerini teşkil ederler. İnsanın iteği yahut dilemesinin bu olaylar üzerinde herhangi bir etkisi olmaz.
Kur’an’da bu mânayı ifade eden âyetler vardır. Bu âyetlerden birkaçını örnek olarak zikredelim:
“Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri bizim katımızda olmasın. Biz onları ancak belli bir ölçü ile indiririz.” (Hicr sûresi, 15721).
Yani evrende cereyan eden olaylar hakkındaki bilgiler Allah katında depolanmış olup bu olaylar belli bir ölçüde gerçekleştirilmektedir. Ancak, bu durum evrendeki genel tabiat kanunları ile de ilgilidir. Kullar bu kanunlara ister istemez buyun eğip teslim olurlar. Güneşin doğması, yağmurun yağması, ay ve güneş tutulması, depremlerin oluşması, yerçekimi, yerin altından suyun çıkması ve sürekli akması bunların başlıcalarıdır.
Kamer sûresinin 45/49. Âyeti kaderin ne olduğunu bize göstermektedir:
“Gerçekten biz her şeyi belli bir ölçüye göre yarattık.”
“Eğer onlara bir güzellik isabet ederse, bu Allah’tan’dır derler. Eğer bir kötülük isabet ederse bu sendendir derler. De ki; hepsi Allah’tandır.” (Nisa, 4/78)
Bu âyetin devamında ise şöyle buyuruluyor:
“Sana isabet eden güzellikler Allah’tan, sana isabet eden kötülükler ise kendindendir.” (Nisa, 4/79)
“Her şeyi biz açıklayıcı bir (ana kaynakta) kitapta saydık.” (Yasin, 12)
“Yeryüzünde ve kendinizde isabet eden hangi musibet varsa, yaratmadan önce mutlaka onu kitapta yazdık.” (Hadid, 22)
“Hiçbir ülke yoktur ki, kıyamet gününden önce biz onu yok etmeyelim yahut şiddetli bir şekilde oraya azap vermeyelim. Bu durum Kitapta yazılıdır.” (İsra, 17/58)
“Sizi ve yaptığınız işleri Allah yaratmıştır.” (Sâffat, 96)
“Eğer dileseydik herkese hidayetini verirdik.” (Secde, 13)
“Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat o dilediğine yol gösterir, dilediğine göstermez. Elbette yaptıklarınızdan sorulacaksınız.” (Nahl, 16/9)
“De ki; Allah dilediğine yol gösterir, dilediğine göstermez. Fakat Allah kendisine yönelenlere yol gösterir.” (Ra’d, 13/27)
“Eğer Allah’ın size fazlı ve rahmeti olmasaydı çok azınız dışında şeytana uyardınız.” (Nisa, 4/83)
“Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbine hidayet verir.” (Teğabün, 11)
Bu âyetler kaderi biz net bir şekilde açıklamaktadır. Allah her şeyi ölçülü ve planlı yaratmıştır. Kulların bütün işlerini bu plana göre yaratır. Ancak, şeytanın işine yarayan işlerden korunmak için kullarına yardım eder, kılavuzluk eder, hidayet verir. Bu da tabiidir. Her şeyi yaratır, fakat kötü olan işlerden sakınmayı öğütler. Kötü olan işleri yaratmasa bu imtihan ve sınama dünyası olmaz, insanlar dünyaya indirilmezdi, belki melekler var olurdu. İyi kötü her şeyi dünyada var etmesi Allah’ın dünyayı yaratmasının esas hikmetini teşkil eder. Yoksa dünya hayatından önce insanlar ve Âdem ve melekler cennette yaşıyorlardı. Kulların Allah’a bu noktada teslimiyet göstermeleri gerekir. İman teslimiyeti gerektirir. Nitekim bir hadis-i şerifte “Teslim ol, selamet bulursun” buyurulmuştur.
Ebû Hüreyre’den rivayet olunan bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur:
“Kuvvetli mümin Allah katında zayıf müminden daha hayırlı ve daha sevilirdir. Her işte bir hayır vardır. Sana fayda veren işlere haris ol, Allah’tan yardım iste; âciz olma. Sana bir kötülük isabet ederse “keşki ben şöyle yapsam, böyle yasmam” deme. De ki; Allah böyle takdir etti, Allah dilediğini yapar. Çünkü “keşke” kelimesi şeytanın işine kapı açar.” (Müslim, Beyhakî, Şuabu’l-İman, 1/216, H.No: 194)
İbn-i Abbas şöyle demiştir: “Hz. Peygamber (s.a.)’in terkisinde idim. Bana şöyle buyurdu:
“Ey delikanlı! Allah’ı koru ki, Allah da seni korusun. Allah’ı kuru, onu önünde bulunsun. Bir şey istediğin zaman Allah’tan iste. Yardım isteyeceğin zaman Allah’tan yardım iste. Bil ki ümmet sana Allah’ın yazmadığı bir konuda yardım etmek için toplanacak olsa bunu yapamazlar. Yine Allah’ın yazmadığı bir konuda sana zarar vermek için toplansa bunu yapamazlar. Allah’ın hükmü uygulanır, kalemler kurur, sayfalar dürülür.” (Beyhakî, age, 1/217, H.No: 195) bu hadisin devamında:
Hz. Peygamber (s.a.)’in şu duayı yaptığı rivayet olunmuştur:
“ Allahım! Senden sıhhat, iffet, emanet, güzel ahlak ve kadere rıza isterim.” (Beyhakî, age, 1/217)
Başka bir rivayette: “Allahım! Kazadan sonra senden rıza isterim. Kazadan önce rıza rızaya azmetmektir. Kazadan sonraki rıza esas rızadır.” (Beyhakî, age, 1/217)
Ebu’dderda (RA) şöyle demiştir: “İmanın zirvesi dört şeydir: Hükme sabretmek, kadere razı olmak, tevekkül için ihlas, Allah (Azze ve celley)’a teslim olmak.” Beyhakî, age, 1/219)
Bir ağacın, bir bitkinin bir insanın büyümesinin sınırlı olması büyüme ve gelişmenin bir kaderi olduğunu bize gösterir. Eğer kader olmasaydı, evrendeki her şey sınırsız olarak büyürdü. Bu durum hayatı çok olumsuz yönde etkiler, hatta yaşanmaz hale getirirdi. Dolayısıyla Allah varlılar için sınırsız büyüme yerine belli bir ölçüye kadar büyümeyi takdir etmiştir. Dolayısıyla her şeyin bir kaderi vardır. Kader fıtratın gereğidir.
Yine Müminûn sûresi 23/18. Âyette suyun kaderi şöyle ifade buyuruluyor: “Biz gökten belli ölçüde su indirdik, bu suyu toprağın içine yerleştirdik.”
İşte yüce Allah’ın toprakta stok edip sakladığı su belli bir ölçüde akarak insanların ihtiyaçlarını giderir; birden akıp seller oluşturması da mümkündü. Allah belli ölçüde stok ettiği suyu insan ve diğer canlılara faydalı olsun diye yine belli ölçüde akıtmaktadır. Akan sular ve yağan yağmurlar da tekrar toprağa intikal ederek ve temizlenerek stok edilmektedir. İste bu suyun kaderidir. İşte evrendeki bu ve benzeri olaylar kulların istek ve seçimleri dışında gerçekleşmektedir. Bütün bu olaylar konusunda Allah’a teslim olmak, ona sığınmak, ondan istemek insanı rahatlatır, sıkıntılardan kurtarır. Hiçbir insan, kendi yaratılışına müdahale etme imkânına sahip değildir. Be neden erkek olarak yahut kadın olarak yaratıldım, neden çirkin yaratıldım diyemez; dememeli. Çünkü bu insanın iradesi dışında, Allah’ın belirlediği kaderin sonucudur. Yine hiçbir insan “ben güzel yaratıldım” diyerek kendini başkalarına karşı üstün göremez, görmemelidir. Zira bu güzelliği kişi kendisi yaratmamıştır. Belki Allah takdir edip yaratmıştır. Güzellik de çirkinlik de kaderdir. Bu kadere teslim olup Allah’ı tanıyan ve ona sığınan insan rahatlar. Yüce Allah insanlara verdiği nimetleri, ihsan ettiği değerleri dengelemiştir. Bütün iyilik ve güzellikleri bir insanda yahut bazı insanlarda toplamamıştır. Her insana ayrı bir güzellik, ayrı bir özellik, ayrı bir değer yaratmıştır. Her insanda birbirini imrendirecek ayrı ve farklı güzellikler yaratmıştır. İşte bunlar kaderdir. Bu kadere teslim olup rahatlamak kader inancının gereğidir. Kader, insanların kendi istek, arzu ve güçleri ile gerçekleştirebilecekleri olayları kapsamaz. İnsanların kendi gücü, istek ve iradesi ile gerçekleştirebileceği işler kader inancının dışında kalır. Kendi gücümüz ve isteğimizle gerçekleştirebileceğimiz işler konusunda da kaderi devreye sokmak, insanların dünya işlerini çıkmaza sokar. Çünkü böyle bir inançla hareket eden bir Müslüman, her teşebbüsünde sonuç elde etmeyi kadere bırakır, dolayısıyla boş yere tevekkül ederek ve işin gereğini yerine getirmeyerek başarısız olur. Kanaatimizce Müslümanların dünya işlerinde güçsüz ve başarısız kalmasının önemli iki sebebi vardır. Biri zihnen çalışmamak (kafayı çalıştırmamak), buna paralel olarak bedenen çalışmamak, diğeri de işleri kadere bırakmak, boş tevekküle bağlamaktır.
Kendi gücü dâhilinde olan işlerde başarı kazanabilmek için her Müslüman, kendi kaderini kendisi belirlemelidir. Tıpkı belli bir limiti olan kartın kullanılması gibi… Nitekim sağlam bir metot ile işlerini iyi planlayan, kendisi ve aile fertleri için belli hedef çizen ve bu hedefe doğru azimle, güvenle teenni ile ve ısrarlı adımlarla yürüyen herkes üç aşağı beş yukarı bu hedefine ulaşır. Allah hayatta koyduğu kanunlar değişmez. Çalışan ve nasıl çalışacağını bilen herkes mutlaka başarır. Allah hiç kimsenin elini kolunu bağlamamıştır, bağlamaz. Belki insan yaptığı hatalarla kendi geleceğini kendisi bağlar; yanlış inanca saplanmak suretiyle kendi kendini mahkûm eder; böylece eli kolu bir tür bağlanır. Büyük çoğunluğu itibarıyla bugün ki Müslümanların durumu budur. Nitekim bir atasözünde ne güzel söylenmiştir: “Aşın bile, eşin bilen, işin bilen fakir olmaz.” Düşünen, çalışan, çalışmasını bilen ve bu uğurda yorulan kimse de asla fakir olmaz. Bunun gibi, çalışmasını bilen ve çalışan bir toplum da fakir olmaz.
Son asırlarda, özellikle çağımızda İslam dünyasının kurtuluşu için tek bir çıkar yol olduğunu biliyoruz: O da Allah’a karşı görevlerini aşırıya kaçmadan yapmak sonra da çalışmak, çalışmak, çalışmak… Nitekim Yüce Rabbimiz Müddessir sûresinin 38. Âyetinde “Herkes çalışıp kazandığı ile rehindir.” Buyruluyor. Yani dünyada çalışmayanlar için başarmak ve kazanmak söz konusu değildir.
Kaderi iman esasları arasında sayanların dayandıkları delil Hz. Ömer’den rivayet olunan şu hadis-i şeriftir:
“Hz. Peygamber’in yanında otururken elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam içeriye girdi. Üzerinde yolculuktan bir görünmüyordu. İçimizde onu tanıyan biri de yoktu. Gelip Hz. Peygamber (s.a.)’in yanında oturdu, dizlerini onun dizlerine bitiştirdi iki avucunu Hz. Peygamber (s.a.)’in dizleri üzerine koyduktan sonra şunları söyledi:
“Ey Muhammed! Bana imanı anlat, iman nedir? Hz. Peygamber (s.a.) şöyle cevap verdi:
“- Allah’a, meleklerine, kitaplarını, elçilerine, ahret gününe, hayır ve şer yönleri ile kadere inanmaktır. Bunun üzerine o adam:
“-Doğru dedin, cevabını verdi.” (Müslim, K. İman, 1)
Ebû Hüreyre’den rivayet edilen başka bir rivayette de “bütünü ile kadere inanmandır.” cümlesi yer almaktadır.