(BİRİNCİ BÖLÜM)
Târihçi Fâtih Dalgalı’nın hazırladığı 12 X 19,5 santim ölçülerindeki 419 sayfalık eser, hâtırâ kitabıdır. Fakat farklı bir hâtırâ kitabı…
Yazar kendi hâtıralarını değil, kitabın okuyucularından pek azını tanığı veya sâdece ismini duyduğu 20 kişinin, hayat hikâyesini andıran hâtıralarını anlatıyor. Bu isimler, İÇİNDEKİLER başlığı altında yazarının vasıflandırmaları ile şöyle sıralanıyor:
İstanbul’un hikâyesi: Adnan Özyalçıner, İstanbul târihini kurcalayanlardan: Ahmed Bilgin Turnalı, Bir kitap kısmetlisi: Ahmed Nezih Galitekin, Bir bestekârın hâtırâları Âmir Ateş, Hoş zamanlar: Aydın Boysan, Âileden gelen târihî miras: Erdem Yücel, Tatlı bir ömür: Feridun Dörtler, İstanbul Beyefendisi: Gavsi Bayraktar, Dedesinin yolunda bir İstanbullu: İbrahim Akın Kurtoğlu, Ya Hak, Kulaksız Mezarlığı Son Durak!: İlhan Hattatoğlu, Emânete sâhip çıkanlar: Mehmed Akif Köseoğlu, Şehir’de bir yayıncı Mehmet Kâmil Berse, Ömür ve bir film karesi Necip Sarıcı, Tasarımlardaki imzamız: Önder Küçükerman, Emânetler ve idealler: Ramazan Minder, Osmanlı’dan alınacak dersler var: Rinaldo Marmara, Dededen gelen resim merakı: Ruşen Dora, Târihe adanmış bir ömür: Semavi Eyice, Kartal’dan Sığacık’a bir şeyh: Şemsettin Ertem, İstanbul’da kuş sevdalısı: Şevket Kokal.
Yazarın sıcak bir üslûbu var. İlk cümleden gönüllere yerleşiveriyor: BAŞLARKEN başlıklı yazıdan tadımlık iki bölüm:
Sokağın girişinde bulunan kahvehanenin önünde, yıllardır orada olduğu intibaı uyandıran taburede oturan yaşlı adam, sokağı sesleriyle çınlatan çocukları seyrediyordu. Çocukların neşeli halleri ve kahkahaları onu da tebessüm ettirdi. Yaşlı adamı hayata bağlayan sokak birden daha da hareketlendi. Çocuklar üzerinde beyaz güneşliği olan, mâvi arabasıyla sokağa giren, dondurmacı Eyüp’e doğru koşmaya başladılar. Dondurmacıdan istediği çeşidi alan çocuk tekrar oyuna dönüyordu. Zâten dondurma çeşidi neydi ki? Sâde ve çikolatalı… Eyüp, çocuklara dondurmalarını verdikten sonra ara sokağa yönelerek gözden kayboldu. Çocuk cıvıltısı devam ederken, kirli sakalı ve pala bıyıklarıyla meşhur Kaba İsmet sokağın başında göründü. İsmet, eskinin bitirimiydi. Mahallede ondan habersiz kuş uçmazdı. Kaşlarını çattı mı ses kesilir, çıt çıkmazdı. Çocuklar İsmet amcalarının sert bakışlarının altındaki yumuşak kalbini bilirdi. İsmet de kahvehanenin yanından geçip evine doğru gitti.
Sokağın karşı sırasındaki evlerin üçüncüsüne, yeşil boyası dökülmüş, kenarları çinko kaplı olan eve yeni birileri taşınıyordu. Hummalı bir çalışma içindeydiler. Adam eşyâları sırtlarken, evin hanımı da camları siliyordu. Yan evden bir kadın da tepsiye koyduğu iki tencereyi yeni komşularına götürüyordu. Bu ailenin de iki çocuğu vardı, sokağa iki çocuk sesi daha eklenmişti. Sokak çok neşeliydi, selâm verenler, hal hatır soranlar...
Beyaz boyalı evde oturanların çocukları biraz haşarıydı.