Prof. Dr. Sadık Kemal TURAL

Akademisyen

[email protected]

Prof. Dr. Sadık K. Tural Hoca’nın Tefekkürüyle Kavramlar

(BİRİNCİ BÖLÜM)

Oğuz Çetinoğlu:  Son otuz yıldır benimsediğim iki alt yoldan meydana gelen bir usûl uyguluyorum: Şahsiyetine, ehliyetine, liyâkatine saygı ve sevgi duyduğum, yazdıklarını beğendiğim kimselerin ortaya koyduğu hükümlerin geniş kitleler tarafından duyulmasına,  bilinmesine aracılık etmek... Birinci yol, beğendiğim bir kitap veya makale ise,  onu kendi hazırladığım suallerle daha ilgi çekici kılmak... İkinci yol da, kendisine ilettiğim soruların cevaplandırılması aracılığıyla adı geçen kişinin bilgi ve yorumlarının yaygınlaşmasını sağlamak... Başkalarını da temsil edecek sorular yöneltmenin fikir hayatına farklı bir zenginlik katacağına inanıyorum. Bu yolların faydalı olduğunda hem-fikir olduğumuzu düşünüyorum; çünkü sizin, iki ciltlik Sorulara Cevaplar adlı kitabınız da, bu anlayışın neticesidir.  Bu usûlün faydası konusundaki düşüncelerinizi alarak sohbetimizi başlatabilir miyiz?

Prof. Dr. Sadık Kemal Tural: Oğuz Beyefendi, Allah sizden râzı olsun; kimseyi kıskanmadan böyle bir faâliyette bulunmanız, fevkalâde mühim ve hayırlı bir hizmettir. Aklımızın erdiğini, dilimizin döndüğünü, doğru saydığımızı söylememize aracılık etmeniz, birçok kişiyi ve pek tabiî ki beni minnet altında bırakıyor. Çok teşekkürler ederim.

İnsana bilgi öğreten, onun zihnine daha sağlıklı işleyiş kazandırmak niyetli çalışmaların tamamına eğitim ve öğretim denildiğine göre, sizin lütfedip -hem de pekiyi- kullandığınız bu yollar, çok faydalı bir yaygın eğitim örneğidir. Eğitim ve öğretimin soru cevap üzerine kurulu olması gerekir. Buradaki önemli incelik, bir seviyeli meraklının soru aracılığıyla hem kendisi hem de başkaları için elzem olan bilgiyi arama niyeti ve çabasıdır.

Allah, ilim, hikmet, kudret ve irade mâliki olarak evreni yaratıp varlıkları ömür ve işlev sınırlarıyla kaderlendiren Hâlık’ımızdır. RAB ismi, hem maddî ve mânevi bakımdan besleyen, geliştiren, hem de işlev ve ömür sınırlarının yazılımını (mukadder olanlarını) belirleyen anlamına gelmektedir. Rab, yarattıklarından olan insanların ve cinlerin aklını, hissini veya hayâlini kirletmeden, yanlış yollara sapmadan işletmesini emrediyor; Rab isminin, yol gösterici, eğitip öğretici, bilgi ve davranış kazandırıcı sınırsız güç anlamı taşıdığını da vurgulamalıyız.

İnsanın bilgi edinmek için başvuracağı temiz, dosdoğru, hikmetli bilgiden oluşan tek kaynak vahyin hükümleridir. Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’ân-ı Kerim’de yer alan bilgilendiricilik sistemi, birçok âyette, sûrede, soru cevap şeklindedir. Yalnızca Arapları ve o zaman dilimini değil, bütün zamanları ve insanlar ile cinleri kuşatan Resulullah’ın hadislerinin de büyük çoğunluğu sorulara verilen cevaplardan oluşmaktadır. Bazı sorular ise, Rûhu’l-kudüs olan Cebrâil Aleyhisselam’ın sorduğu ve cevabını istediği halvet nitelikli durumlara bağlıdır. Daha sonraki zamanlarda müctehid unvanlı fıkıh bilgini olan bilge imamlar da soru-cevap yöntemini uygulamışlardır. Eskiden münâzara ve cedel adıyla uygulanan doğru bilgi etrafında yetkin ve yeterli olanların tartışmaları ile varılan hükümler -özellikle de dinleyenler için- aracılığıyla geniş kitlelere eğitim ve öğretim ulaştırılmış olunuyormuş. Büyük bilge fakıhlerin ‘şahsiyât’ ve ‘nefsiyat’ aracısı saydıklarından münâzara ve münakaşa değil, mübârezeyi benimsediklerini okumuştum, kaynağını hatırlayamıyorum.

Diğer yandan fıkıh denilen alana ait hüküm oluşturulurken Zeyd sorar, Amr(u) cevap verir; cevap kesinlik taşımaktadır. Kadılar, bu türden daha önce örneklenmiş olaylara, durumlara bağlı sorulara verilen cevaplara dayanan hükümler verdikleri sürece, daha az hata yapılır imiş. Fetvâ ve mahkeme hükümlerinden oluşan Arapça bu tür el yazma veya taş baskı kitaplara -nedense- Kara Kaplı Kitap denilmiş olup daha önce görülmüş dâvâlarla ilgili amr(u)- zeyd usullü bilgiler antolojisi imiş. Bu tür kitaptaki Arapça olan hüküm vermeleri ve gerekçelerini tartışmaları, yeterince anlamayan kadıların sayısı zamanla artmış; diğer yandan, adâleti, rüşvetin, idarî yahut feodal baskının kirletmesine razı olan kadılar, ayrı bir olumsuzlık kaynağı. Adaleti, nefsinin veya muktedirlerin yahut feodalitenin emrine verenlerin yanlış hükümleri yüzünden, kara kaplı kitap sevimsiz bir anlam kazanmıştır.

İçinde cevap verilmesi gereken önemli sorular bulunan ve bilinir, anlaşılır hâle getirilmesi gerekenlere, eskiden dâvâ (Batı dillerinde problematik), bir dâvânın içindeki soru parçalarına mesele (Batı dillerinde problem) denilirdi. Dâvâ kelimesi, anlam bakımından sınırlanıp yalnızca adâlet kurumlarıyla ilgili bir kavram hâline geldi; bu anlam daralması öncelikle felsefe, sonra da bilgelik ve bilim alanların gelişimini durdurdu, ezbere dayanan bir anlayışı öne çıkardı.  Akıl yürütme, tefekkür etme öncelikli olamayınca, hiss-i selim, akl-ı selim yerine, önce slogan, zihinleri teslim aldı, sonra da basiti, sıradanı yeterli sayan tatlı tembellik ile şarlatanlık bilginliğin ve bilgeliğin sesini kıstı. Türk dilinin imkânlarına, kurallarına ve zevkine dayanmak şartı ile dâva için ayrı, mesele için ayrı olmak üzere iki kavram üretilebilmesi gerektiğini düşünenlerdenim. 

(DEVAM EDECEK)