Prof. Dr. Sadık Kemal TURAL

Akademisyen

[email protected]

Prof. Dr. Sadık K. Tural Hoca’nın Tefekkürüyle Kavramlar - 2

(İKİNCİ BÖLÜM)

 

Çetinoğlu: Eskilerin ‘tekerleme’ diyebileceğimiz bir söz vardı: ‘Sorsaydı bilirdi, bilseydi sorardı’ Bu tekerlemeden, ‘sormak’ fiilinin önemli olduğu anlamak mümkün… Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dr. Tural: Sormak, seviyeli sorulara cevap aramak yetişkin olmanın da bilimin, bilgeliğin ve sanatın da ön şartıdır. Sosyal adaletli bir hayat isteyenler, dışa bağımlılığı kabul etmeyenler, başkalarınca sömürülmeye razı olmayanlar soru sormayı bir hak, cevap aramayı bir görev konumuna taşımalıdır. Yeni bilgi ve teknolojinin, yeni eserlerin üretilmesi ve yeni kavramlara bağlı ihtiyacın giderilmesi soru sormayı hayatın en vazgeçilmezi yapmaktan geçer.

Şimdilerde ise herkesin düşünmeden kullandığı proje kavramı, doğru tespit ve teşhise esas olan soruların cevaplarından oluşan bir bilgi demeti veya uygulama anlamını taşıyor. Proje kavramını, ne yazık ki, bazıları plan, bazıları da program yerine kullanıyorlar. Torunlarımdan dolayı şunu da öğrendim: Onların her dersteki bilgilenmeye bağlı yönlendirmelerini, hocaları proje kavramına bağlı araştırmalar ve bilgi edindirtmeler olarak yürütüyorlar. 

Bu cümlelerime mantık derslerinin ve Antik Grek medeniyetindeki felsefe hayatının soru cevap sistemine dayandığını da eklemeliyim.

Soru sormak, daha doğrusu başkalarını da ilgilendiren cevapların ortaya çıkması için sual tertip etmek zekânın yeterliliğiyle doğru orantılıdır.  Kime, neyi, niçin ve nasıl soracağını bilmek açılarından bakılınca soru sormak, çok önemli bir bilgilenme ve başkalarının da bilgi edinmesine aracılık etme faaliyetidir. Basiti, bayağıyı, çirkini bir kenara bırakarak söylemeli ki, sormak, cevap vermesi istenene karşı duyulan güvene de işaret ediyor. Soru sormak bazen de cevap beklenene -daha önce söylediklerini hatırlatıp- benzer sorularla, fikrinin arkasında durup durmadığını kontrol etme imkânı veriyor.

Benim yazı hayatımı takip eden Merve kızımın tespitine göre, bir adedi sinema, biri nevruz, biri Yahya Kemal, biri de Millî Mücadele ve Cumhuriyet olmak üzere dört ayrı konu üzerinde, en az üç kişinin katılımından meydana gelen soru cevaplı konuşmalarda yer almış; bu dörtlünün dışında toplam 62 ayrı mülâkat, röportaj aracılığıyla sorulanlara cevap vermeye çalışmışım. Bu cevapların içinden seçtiklerimizle tarih-eğitim-kültür ağırlıklıları bir kitap, sanat-edebiyat-dil ağırlıklıları bir kitap olmak üzere düzenleyip birkaç baskı yapılmasını sağladık. İkinci kitabın yeni baskısında lütfunuzla sizin sualleriniz ile cevaplarım yer aldı.

Sizin de çok değerli bir makalenizin yer aldığı Dr. Hüseyin Ağca Armağanı’nda Merve Can’ın bir yazısı bulunmaktadır. Bir genç akademisyen olan Merve kızımıza ait olan, ‘sorma’nın psikolojik ve sosyolojik etkilerini işleyen metnini okuduğunuzu ve beğendiğinizi bana söylemiştiniz.

Kültürleme ve kültürlenmenin, kavramlar aracılığı ile ne/kim, nasıl, ne zamanda, nerede ve niçin soruları ile bilgi üretmenin yöntemlerinden biri olan soru cevap sistemini çok başarılı bir şekilde uygulayanlardan birisi de sizsiniz. Bu konuda da hem günümüzün hem de geleceğin gençlerinden alacaklısınız.

Türk kültürü, Türk medeniyeti olarak dünyadaki diğer medeniyet çevreleri karşısında rüştünü kabul ettirerek var olmayı sürdürmelidir; böyle bir gerçekliğin oluşması için,  kavram ve soru üretmek, sorulara cevap aramak, bulmak çabasını yaygınlaştırmak gerektiği açıktır. Kendini, kendimizi,  onları, başkalarını tanımak bilmek adına soru üretip cevap aramak... Bu gerekçelerden dolayı uyguladığınız tefekkür ettirme usûlünü, akla ve gönle uygun saydığımı saygılarımla arz etmiş olmak isterim.

Çetinoğlu: Teşekkür ederim. Kültür ve medeniyet kavramlarını ayırdınız; hangi kıstaslar ile onların sınırlarını tespit edip ayırıyorsunuz?

Prof. Dr. Tural: Bu ayırma denemesi yüz on yıldır tartışılmaktadır. Sizin çok iyi bildiğiniz üzere Ziya Gökalp hars ve medeniyet ayırımı yapmıştı. Ben onu izleyenlerdenim. Medeniyet veya uygarlık kavramını kültürlerin etkileşerek oluşturduğu bilgi, benimseyiş ve davranış benzerliklerinin bütünü olarak tanımlayabiliriz. Türk soylu halklara ait cumhuriyet nitelikli altı ayrı devlet var. Bunlara, Adige-Abhaz,  Çeçen-İnguş, Altay-Tuva, Dağıstan, Çuvaş, Mişer, Saka/Yakut, Tataristan ve Çin’deki Uygurlar ile sayıları beş milyonu bulan Avrupa Türklüğü de katılacak olunursa 200 milyonu aşkın nüfuslu bir dünyanın sınırları çizilmiş sayılır. Türk Dünyası kavramına, dil ve kan akrabalığımızı reddedemeyeceğimiz Moğolların da Mançuların da katılması gerektiğini düşünenlerdenim. Türk dünyası adlı kavrama giren hayat alanında, atalardan alınanların bir kısmının yaşatılmakla, kültürel kodların varlığı sürdürülmekle beraber, başka etkilerle biçimlenmiş, eklenmiş ögeler de bulunmaktadır. İşte bu büyük ve zengin bütünlüğün tarih içinde var edilmiş, değişim ve dönüşümlerle ve yaşatılmaya çalışılan kültürler birliğine Türk medeniyeti denilmelidir.

Kültür ise içinde inanç ögesinin ağırlıklı olarak yer aldığı dil başta olmak üzere özel benzeşirliklerden meydana gelen bir hayat alanı, yaşayış üslup ve usûlleri toplamıdır.

Bir insan topluluğunun hem kendi hakkındaki bilgi, inanış ve düşüncelerinin, hem de kendinden farklı saydıklarıyla ilgili benimseyiş ve tepkilerin arkasında, kod nitelikli hükümler bulunmaktadır. Bu kodların kaynağında, daha doğru, daha güzel, daha ahlâkî, daha güvenli, daha şerefli, daha âdil, daha rahat gibi bizleştirici, sınır belirleyici, farklılığa dayalı değerler, benimseyişler ve davranışlar yer almaktadır. Bu değerler ve benimseyişler, psikolojik ve sosyolojik benzeşir-lik, biz-lik alanı, mensubiyet enerjisi oluşturmaktadır. Türk kültürü, yaşadığı coğrafyalardaki komşularından aldığı etkilerle, özellikle de Müslüman olduktan sonra, inanç sistemindeki hikmetlerle, kod bilgileri zenginleştirilmiş oldu.  Türk soylu halklar atalar kültünün yasa, töre ve ahlâk kurallarını Allah’ın istediği gibi olmak adına revize edilmiş oldu. (Bu aşı sonrasındaki bazı akıl almaz ifratlar, Türk dili ve kadının toplum içindeki yeri başta olmak üzere kendimizleştirici değer ve uygulamaların bir kısmına zarar verdi.)

Benzeştirici, bütünleştirici kodlar, tarih içinde oluşan bazı değişim, dönüşüm ve evrilmeler geçirerek ‘kendine özgü’ olmayı sürdüren kültürel genetiği yaşatmaktadır. Kültür adlı bütünlüğün genetik yapısının temeli, ortak dil ve ortak tarih konusundaki bilgi ve bilinç seviyesidir. Aynı kültüre mensup olanlar arasında bilgi ve eğitimden alınan pay ve gelir durumu farklılıkları ile coğrafyaya bağlı şartlardan doğan tabaka sayılacak farklıcalıklar bulunmaktadır. Bu tabakalaşmalar ayrışma olmadığı sürece kaçınılmaz sosyolojik gerçeklik olmaya devam eder.      (DEVAM EDECEK)