Prof. Dr. Sadık Kemal TURAL

Akademisyen

[email protected]

Prof. Dr. Sadık K. Tural Hoca’nın Tefekkürüyle Kavramlar - 5

 

(DÖRDÜNCÜ BÖLÜM)

 

Oğuz Çetinoğlu: Mâkul veya meşru bir sebebe bağlayamadığım iddialardan biri ’Türk Mitolojisi yoktur’, diğeri ‘Türklerde felsefe ve felsefî düşünüş yoktur.’ Bu inkârcılığın kültür emperyalizmiyle ilgisi yok mudur?

Prof. Dr. Sadık K. Tural: Arap diline ait -ki Kur’ân’da da böyle geçer- esatîril evvelîn ifadesi, tarihlendirilenemeyecek devirlerde geçtiği düşünülerek anlatıla gelen olaylardır. Bu türden olaylarda rol alan kahramanlar ve anti kahramanlar insanüstü güçlere sahiptir. Bu olaylar ve mücadeleler mit niteliklidir. Mit nitelikli metinlerin bir kısmı toplumun varlığı ile ilgili epik karakterli hâle evrilmiş bir anlatmaya dönüşebilir; bu evrilmiş yapıya destan (epos) diyoruz. Mit özellikleri de taşıyan Dede Korkut, Manas ve Goroğlu destanları tarihten destana evrilmiş millî duyarlılık yansımalarıdır. Diğer yandan Türklerin yaratılma ve türeme kavramlarına bağlı duygu, hayal ve düşüncelerine bağlı tefekkürü anlatan metinleri yok saymak mümkün değildir; onlar da mit niteliklidir.

İnsanların ulvî veya suflî cinlerle, iyi veya kötü ruhlarla bağlantılar kurduğu tahkiyeli metinler var; bunların bir kısmı da mit niteliklidir. Farsların efsane, Arapların ustûre (çoğulu esâtîr) dediği bu tür Türk dilli metinlere söylence denilebilir.

 

Mit/söylence nitelikli metinlerden bazı parçaların, destanlara ve masallara da yansımaları bulunduğunu söylemekle yetineyim. Siz de bu konu üzerinde bir kitap yayınladığınızdan beraberce söylemeliyiz: Türk kültür servetini inkâr etmeye kalkanların bir kısmı câhil, bir kısmı kötü niyetlidir.

Sorunuzun ikinci kısmına geçmeye çalışacağım:

Felsefe, akıl yürütmeyi tefekkürün tek aracı gibi gören, niçinlere dayalı hüküm arayışlarıdır. Felsefî düşünüşün iklimine girenler, niçin var ve niçin yok soruları aracılığıyla en sonunda büyük bilinmezlere ulaşır: ‘Rab var, cevaplar ondadır.’ diyerek felsefe kendi sınırını çizmeyi -çoğunlukla- başarır. Deccalleşme gösterenler veya ateist olup hezeyanlarda bulunanlar bir kenara, gerçek zekâ sahipleri -E. Kant gibi, Gelenbevî gibi, İbni Sina gibi- aklın bulamayacağı cevaplar olduğunu bilirler.  Felsefe ‘ölüm niçin var veya tabiattaki olumsuzluklar niçin oluyor yahut kötülük yapmayı, hırs, haset ve gıybet ile zulüm etmeyi benimseyenler niçin ceza görmüyor?’ Sorularına ait cevaplar, Rabb’ın ilim ve hikmet alanındadır. İnsan, niçinlerin pek azının cevabını bulma hakkına sahiptir. Bu hakikati bilmek ahsen-i kıvam hikmetinin kodlarına dönmektir. (Bu noktada A’mâk-ı Hayâl’i selamlamak Filibeli Ahmet Hilmi’yi rahmetle anmak isterim.)

Niçin sorusunun ve cevaplarının bir kısmı, duygu, hayal ve îman alanlarına ait hükümlerdir. Birer estetik bütünlük olan romanın, hikâyenin,  piyesin ve özellikle de şiirin, NE, NASIL, NEREDE, NE ZAMAN soruları kadar, niçin sorularına bağlı hükümler alanı olduğunu bilmeyenlere, Türklerde felsefe bulunduğunu kabul ettirmeye çalışmak gereksizdir. Alevî- Bektâşî nefeslerinin, hangi mezhebe veya meşrebe ait olursa olsun Türk sûfî şiirinin felsefî derinliğini bilmeyenler ya cahildir ya kötü niyetli.

Felsefenin bir bakıma kardeşi olan estetik ise, Türklük için ayrı bir bediî tefekkür alanıdır. Halı, kilim gibi ilme veya keçe gibi sıkıştırılmış yapağı sonucu olan eserlerdeki, yanışlar, nakışlar bir halkın estetik anlayışının, olgun zevklerinin yansımaları değil midir? Kadın veya erkek giysilerindeki dokumaya atılan işlengiler ile renkler bir kültür alanına ait estetik değerler ve benimseyişler değil midir?

Atalardan kalan servetin bir kısmını yok saymanın kültür emperyalizmine bağlanacak bir bölümü var; diğer büyük bölümü ise aydın sayılan/saydığımız kimselerin, özellikle de üst yönetimde görev alan, karar verenlerin ya bilgisizliğinin ya bilinçsizliğinin sonucudur demek daha doğru olmaz mı?

(DEVAM EDECEK)