Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

[email protected]

Alevîler

(BİRİNCİ BÖLÜM)

 

Güzel vatanımızda yaşayan ve yaşamaya devam etmekte kararlı olanlar; farklı gruplara, değişik düşünce ve yorumlara değil, farklılıkların ayrılıklara dönüşmesine karşı çıkmalılar. İslâmiyet’in farklı renk tonlarının zenginliğimiz, dilediğimizi seçme hürriyetimiz olduğunu bilmeliler.

Siyasî maksatlı Alevîler’in iddiaları vardır. Bunların belli başlıları şöylece özetlenebilir:

1-İslâmiyet’le ilgili vecibelerden muaf - bağışık olduklarını iddia ederler. Özetle, Alevî olduklarını söyleyen bazı kişiler, namazlarının Hz. Ali tarafından kılındığı, oruçlarının yine Hz. Ali tarafından tutulmuş olduğu gerekçesiyle namaz kılmaz, oruç tutmazlar. İçlerinde yalnızca bayram ve/veya Cuma namazlarını kılıp yılda üç gün oruç tutanlar vardır. Bir kısım Alevîler, Hz. Ali’nin câmide şehit edildiği gerekçesiyle câmiye girmediklerini söylerler. Elbette, bu anlatılanlardan tamamen ayrı olarak İslâm’ı bütün vecibeleriyle yaşayan Alevîler de vardır.

Yukarıda sözü edilen iddialar bazı çevrelerdeki Alevî Sünnî inancına mensup insanlar arasında tartışma konusu yapılabilmektedir. Böyle bir tartışma gereksizdir. Nice Sünnî Müslüman da namaz kılmayı, oruç tutmayı gereksiz görebilmektedir. Veya Allah’ın affediciliğine güvenerek dînî vecîbelerini icra etmekte ihmalkâr davranmaktadır. Bu konularda, Alevîler’in namaz ve oruç ile ilgili iddiaları ne kadar yanlış ise, konunun tartışmaya açılması da o kadar yanlış ve zararlıdır.

2-Hz. Muhammed’in ölümünden sonra Hilâfet’in, Hz. Ali’nin hakkı olduğu ve hattâ bu görevin bizzat Hz. Muhammed tarafından Hz. Ali’ye verildiği iddia edilmektedir. İddiaların geçerli olduğuna dâir inandırıcı deliller şüpheleri gidermek için yeterli değildir.  Çok az sayıdaki fanatik Alevî, Hz. Ali’nin Peygamber ve hattâ (hâşâ) Allah olduğunu iddia eder. Bu iddialar da aklî ve ilmî delillerle yok edilebilir. Fakat iddia sâhipleri, yanıldıklarını kabul etmeye yanaşmıyorlarsa, tartışmak yine yersiz ve zararlıdır.

3-Yine çok az sayıdaki fanatik Alevî, Peygamberliğin Cenab-ı Allah tarafından Hz. Ali’ye gönderildiği, Cebrail Aleyhisselâm’ın, görevi Hz. Muhammed’e verdiğini iddia ederler.

4- Kur’ân-ı Kerim’de değişiklikler, eklemeler ve çıkartmalar yapıldığı da iddialar arasındadır. Bu konu, her yönüyle milletlerarası plâtformlarda tartışılmış ve Yüce Kitabımızın hiç bir değişikliğe uğramadığı konusunda açıklanan gerçekler kabule değer bulunmuştur.

Alevîlik, İslâm’ın farklı bir yorumu, İslâm kültürünün bir parçası, İslâm’ın bir gerçeğidir. Bir kültür, bir hayat biçimidir. O yorumun, o kültürün, gerçeğin ve biçimin târifini yapmak mümkün değildir. Çünkü çok sayıda ve birbirinden farklı Alevîlik anlayışı var. Türkiye Cumhuriyeti’nde kısa bir dönem Kültür Bakanlığı yapmış bir zâtın ‘Türkiye’nin % 99’u Müslüman deniliyor. Diğer taraftan biliniyor ki Türkiye’de on milyon Alevî var. Bu Alevîler nereye konuluyor?’ Cümlesi ile açığa çıkan cehâlet anlayışında olduğu gibi, Alevîlik, Müslümanlık dışında bir inanç sistemi değildir. Alevîlik, iddia edildiği gibi Bektâşîlik de değildir.

İslâm dünyâsı’ndaki farklılıkların, ayrılıklara yol açması için çalışan kışkırtıcı ve bölücü çevreler, Alevîliği farklı bir din anlayışı olarak ortaya koyuyorlar. Bu tehlikeyi önlemenin çâresi, hoşgörü ortamında kucaklaşmaktır. Çanakkale Savaşı’nda, Dumlupınar’da, Anafartalar’da İnönü’de, Sakarya’da ve top yekûn Kurtuluş Savaşı’nda hiç kimse, hiç kimseye ‘Sen Alevî’sin, savaşa katılamazsın!’ Demedi. Bu vatan el ele, omuz omuza verilerek kurtarıldı. Yine aynı şekilde korunmalı ve yükseltilmeli. Biz biriz. Allah’ın Bir’liğinde birleşiriz. İslâmiyet’in temeli; Kur’ân-ı Kerîm ve Peygamberimiz Hz. Muhammed’in beyan buyurduğu ve Ehl-i Beyt’le birlikte bütün Müslümanların uyguladığı sünnetlerdir. İslâmiyet, Cenâb-ı Allah’ın varlığı ve birliği demektir. Kur’ân-ı Kerîm, insanlığı aydınlatan bir ışıktır.  Bu mutlak gerçekler sebebiyle her Ehl-i Sünnet: Alevî, her Alevî de Ehl-i Sünnet’tir.                                                                      (DEVAM EDECEK)