Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

[email protected]

Alevîler - 2

(İKİNCİ BÖLÜM)

 

İslâmiyet’in Kur’ân-ı Kerîm’den ayrılmayan değişik yorumları, Kaynağını Uluğ Türkistan’da Ahmed Yesevî’den (1093-1166) alan sevgi ırmağı; Hacı Bektâş-ı Velî (1209-1271), Sarı Saltuk (1369-1429), Yunus Emre (1238-1328), Geyikli Baba (1275-1350), Somuncu Baba (1331-1412) ve Hacı Bayram-ı Velî’den (1340-1430) oluşan kolları ile bizi kuşatıyor. Bu kaynaşmada, kendisi için tehlike vehmedenler, Türkiye Müslümanlarını, Sünnî- Alevî diyerek bölmeye çalışıyorlar. Bölücülere karşı Sünnîler ve Alevîler birleşmeli. Nerede? Diye sormaya gerek yok. Birleşme yeri bellidir ve tektir: Alevî- Sünnî çatışması çıkarmak isteyenlerin karşısında birleşilecektir. Bu birleşme, gerçekte ‘aslına dönüş’ olacaktır. Çünkü başlangıçta hiçbir ayrılık- gayrılık yoktu. Birdik, birlikteydik.

Gerçekleri bilmeyen yeni nesil zannediyor ki, Kerbelâ’da savaşanlar Sünnî Türkler ile Alevîler’di. Kerbelâ Savaşı’nın olduğu târihte, Türkler henüz İslâmiyet ile şereflenmemişti. Savaşın iki cephesinde de Araplar yer alıyordu. İki taraf da Müslüman ve Sünnî idi. Türkler, savaş alanının çok uzağında bulunuyorlardı. Savaşın sebebi din anlayışındaki ayrılık değildi. Siyâsî idi. O savaşın oluşturduğu ayrılığı devam ettirmek, savaşın faturasını Türk Milleti’ne çıkarmak isteyenleri memnun eder. ‘Alevîlik, Hz. Ali’nin yolundan gitmektir.’ Diyenlere sormak gerekir. Hz. Ali’nin yolu nedir? Bu soruya verilecek tek cevap var: ‘Hz. Muhammed’in yoludur! O, kendisini 5 yaşından itibâren büyüten, eğiten ve sonunda da kayınpederi olan Hz. Muhammed’in yolundan bir an ve bir milim olsun ayrılmadı. Hep O’nun yolundan gitti. Hz. Muhammed’in yolu ile Hz. Ali’nin yolu arasında hiçbir fark yoktur. Farklı gösterenler, iktidar mücâdelesi yapanlar ve günümüzde o mücâdeleyi yapanların uzantılarıdır. Bu mücâdelenin galibi, asla taraflardan biri olmayacaktır. Mücâdeleyi körükleyenler olacaktır.

Kur’ân-ı Azimüşşân’ın nâzil olmasıyla insanlık âleminde yeni bir devir başlamıştı. İnsanlar İslâmiyet’i kabul ediyorlar, Müslümanlar’ın sayısı hızla artıyordu. Bu gelişmeler, Musevîler’i ve Hıristiyanlar’ı rahatsız ediyordu.

Musevîler, Tevrat’ta bildirildiği üzere, âhir zaman peygamberinin geleceğini biliyorlardı. Fakat O’nun Yahudi Milleti’nden olacağını ümit ediyorlardı. Ümitleri gerçekleşmedi. Sarsıldılar. İslâmiyet’in hızla gelişmesi ve yayılması karşısında rahatsızlıkları iyice arttı.  Gelişmeyi durdurmak için birtakım oyunlar oynamak, Müslümanlar arasında ayrılıklar oluşturmak ihtiyacını hissettiler. Bu maksatla Abdullah İbn-i Sebe görevlendirildi. Bir görüşe göre de Sebe, samîmi bir Müslüman’dı. Onun, hahambaşı mevkiinde Musevî din adamı olduğu da iddialar arasındadır. İddiaya göre, Müslümanlığı yalnızca görünüşte idi. Sebe, Hz. Osman (ra) zamanında Yemen’den Medine’ye geldi. İbâdetlerini İslâm’a göre tam olarak yapıyordu. Hz. Ali ile çokça berâber oluyor, O’na övgüler yağdırıyordu. Bir taraftan da yönetimden şikâyetçi olanları, mal-mülk ve makam sâhibi olma arzuları kuvvetli insanları buluyor, onlarla iyi ilişkiler kurmaya çalışıyor, memnuniyetsizliklerini tahrik ediyordu. Böylece taraftar topladı. Taraftarları belli sayıya ulaşınca, Halifeye karşı şikâyetlerin yüksek sesle dile getirilmesine başlandı. Alternatif yönetici olarak Hz. Ali gösteriliyordu. İddialara göre, Hz. Ali, Peygamber’in veziri idi. Hz. Ebubekir, (ra) Hz. Ömer (ra) ve Hz. Osman (ra), O’nun hakkını gasbetmişlerdi. Hz. Ali’nin hakkını arayanların sayısı gittikçe artmakta idi. Önce, Hz. Osman’ın tâyin ettiği bir vâliyi değiştirme konusunda güç denemesinde bulunuldu. İsteklerini kabul ettirdiler. Sonra da halk arasında çok sevilen bir ismi önerip, onun vâli olarak tâyin edilmesini sağladılar. Sebe ve adamları, daha sonra da Hz. Osman’ın evini basarak, kendisini Kur’ân okurken şehit ettiler. Katil, Sebe gibi Yemen’den gelmişti. Müslümanlar arasına nifak sokmaya çalışanlar, bu defa da Emevîlere yakın olan Hz. Osman’ı, Hâşimîler’den olan Hz. Ali’nin öldürttüğü yalanını yaydılar. Böylece Hz. Ali için de kötü bir gelecek hazırlamaya başladılar. Sebe, sürgüne gönderildi. Sürgün yerinde de boş durmayan Sebe, yandaşlarının sayısını artırmaya çalışıyordu. Çalışmalarında başarılı da oldu. Diğer taraftan Alevîler de çoğaldı, Alevîlik yaygınlaştı. ‘Fırka’ denilen birçok siyâsî gruplar oluştu. Bu siyâsî gruplar zamanla İslâmî anlayışa uygun olmayan tarîkatlar ve mezhepler hâline dönüştü.

İslâm târihçilerinin bir kısmı, Sebe adında birinin yaşamadığını, onun nifak çıkaran bir sembol olduğunu yazarlar. Doğrusunu Allah bilir.                                                            (DEVAM EDECEK)