Aslında, Çınarlı gibiler, maalesef, her zaman hatırlanmıyor ve ihmâl ediliyor…
Bilinmelidir ki; O ve onun gibiler, güzel ve zarîf Türkçeleri’yle, binlerce senelik Türk kültürünü, yazılarıyla ve şiirleriyle bugünle buluşturan nesillerdir.
Bu sebeple; hepsi önemlidir ve hepsi de hatırlanmaya değerdir.
Çınarlı; benim neslimin önündeki ‘usûl ve üslüp’ mîmârlarından biriydi.
Asırlar öncesinden yirminci yüzyıla intikal ederek, Yahya Kemaller’in, Mehmet Âkifler’in, Necip Fâzıllar’ın, Hüseyin Nihat Atsızlar’ın, Peyami Safalar’ın, Orhan Şâik Gökyaylar’ın, Tanpınarlar’ın, Nihat Sami Banarlılar’ın, Mehmet Kaplanlar’ın, Mümtaz Turhanlar’ın, Faruk Kadri Timurtaşlar’ın ardından gelen bu nesil; bizim de önümüzde yürüyen tâvizsiz ve çok üstün vasıflı bir nesil olan Bahtiyar Vahabzade, Feyzi Halıcı, Ahmet Kabaklı, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu ve Mehmet Çınarlı gibi dimdik duran, kıymetli güzel edib ve şâirlerdi.
Çınarlı’yla olan irtibatım, diğerlerine göre, tıpkı Feyzi Halıcı’yla ve Bahtiyar Vahabzade’yle olduğu gibi, daha fazlaydı.
Çınarlı, 1999 yılının Ağustos ayında aramızdan ayrıldı. Hep deriz ya, zaman çabuk geçiyor, diye. Yaşarken de öyle, ölümden sonra da öyle…Geçiyor zaman ve biz vefâyı da dâima ondan yâni zaman’dan bekleriz!
Vefâ, bize yâni insana mahsus üstün bir meziyettir. Buna sahip olduğumuz müddetçe, kıymet ve şükür bilenlerden oluruz ki, makbûl insan olmanın bir vasfı da budur!..
Hayattayken olsun, vefâtından sonra olsun, kitapları hakkında en çok yazanlardan biriyim… Bu sebeple de o zamanın şartları icâbı, mümkün olduğunca mektuplaşırdık…
Mektup işi, şimdilerde, maalesef, bitti...
Yüzyüze ise, birçok şiir şöleninde beraber olduk…Telefonla hiç görüşmedik. Çünkü, o dönemlerin şartları böyleydi…Telefon bağlatıp beklemek sabır isterdi…
Bana gönderdiği mektuplardan yirmisini, vefâtının onuncu yılı münâsebetiyle, Erciyes Dergisi’nin Eylül 2009 tarihli nüshasının, 17-20 sayfalarında “Çınarlı’dan Mektuplar” başlığıyla yayınlanmıştım. Sanıyorum ki, yayınlamadığım mektup sayısı, onun üzerindedir.
Türkçe’ye âşık, vatansever, milliyetçi bir insandı. Edebî çalışmalarında hassastı. Aynı zamanda, Anayasa Mahkemesi Üyesi’ydi.
Yâni; bir cephesiyle şâir-yazar/san’atçı ve diğer cephesiyle de devlet adamı vasfını taşıyordu.
"Halkımız ve Sanatımız" adlı kitabındaki bir makalesinde, bir döneme mührünü vuran Hisar Dergisi’nin hangi maksatla yayınlandığını ve hangi hedeflere yürüdüğünü şu satırlarla dile getiriyordu:
"Hisar'ın yeni çıkmaya başladığı 1950 yıllarını hatırlıyorum: Yeni şiir-eski şiir dâvâsı sürüp gitmekteydi. Yeni şiiri savunanların birçoğunun bundan anladıkları, hiçbir kaideye bağlanmayan, hiçbir disiplini olmayan, rastgele söylenişlerdi. Orhan Veli grubunun peşine takılanlar, eski şiire ait estetik kuralların topunu reddetmekle, bu kurallara büsbütün aykırı davranmakla meseleyi çözdüklerini, yeni bir şiir tarzına ulaştıklarını sanıyorlardı. Yalnız vezni, kafiyeyi atmakla yetinmediler. Şiirde bir âhenk, bir musiki arayanlara karşı söylediklerinin dile takılacak kadar birbiriyle tepişen kelimelerden seçilmesine; mânâ ve mantık arayanlara karşı da mümkün olduğu kadar saçma sapan olmasına dikkat ettiler:
Madem yüzmek bilmezdin,
Niye çıktın ağaca.
o devirden kalma tekerlemelerdendir.
(...) Şiiri çiğ bir realizme sürükleyenler, günlük dert ve sıkıntıların basit birer bilânçosu hâline getirenler, memleket sanatından çok, Marksizme hizmet ediyorlardı."
Çınarlı; bir kısmına da şâhidi olduğum çok zor zamanlarda büyük mücâdeleler verdi. Buna rağmen; hep dostluk peşinde koştu, iyilikte yarışmaya çalıştı, güzelliği aradı, sevgide buluştu.
“Elimizde Başka Ne Var?” başlıklı şiiri, diyebilirim ki, Çınarlı’nın hayat anlayışını da ortaya koyan bir beyannâme gibidir.
Vefâtının 26. yılında, O’nu rahmet anıyor; bu şiirini takdirlere sunuyorum:
“Biz yine şî’re dönelim: Elimizde başka ne var?
Hasretle geçmiş bir ömür, kırık dökük hatıralar.
Hepsine acı karışmış, yarıda kalmış hepsi de;
Bir düzlükte birleşiyor çukuru da, tepesi de.
Hayal eder, düşünürüm: Başka türlü olur muydu?
Neden bir defa geçilir şu kısacık hayat yolu?
Öyle günlere geldik ki, duygulanmanın yeri yok;
Canlı şiirlerin bile şiirden haberleri yok!
Öten yalnız kargalardır, duyulmaz bülbülün sesi.
Kirli sarı bir renk almış denizlerinde mavisi.
Çirkin, beton kutulardan toprakta bir yer kalmamış;
Paradan, puldan, dövizden başka bir değer kalmamış.
Biz yine seyre dalalım-biricik avuntumuz bu!
Kutuların arasından görebilirsek gurubu.
Ve şiir yazalım yine… Dünyada önemli ne var
Çirkinlikler ortasında güzeli aramak kadar?”