Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

[email protected]

Neşter ve Madalya

1960’lı yıllara kadar gazetelerde pehlivan tefrikaları olurdu. Bu tür yazıların bir hayli de tiryakisi vardı. Millî sporumuz güreşle alakalı haberler gazete sayfalarını süslerdi. İnsanlarımız, güreşçilerimizin olimpiyatlardaki başarılarıyla memnun ve mesut olurlardı. Köy ve mahalle duvarları, şampiyon güreşçilerimizin büyük boy fotoğraflarıyla süslenirdi. Şampiyon olan, madalya kazanan, güreşçilerimizin sayısı azaldıkça güreşle ilgili yazılar ve tefrikalar da azaldı.

Edebiyatçı Kemal Ateş, basınımızdaki büyük boşluğu kitaplarıyla mükemmel bir şekilde dolduruyor. Gönül dolusu teşekkürler kazanıyor. Kemal Ateş, 12 X 19,5 santim ölçülerindeki 470 sayfalık eserinde Celal Atik, Yaşar Doğu, Gazanfer Bilge, Mersinli Ahmet, Nasuh Akar, Yaşar Erkan, Hâmit Balamir, Mehmet Okav, Ali Özdemir, Muhlis Tayfur, Mustafa Çakmak, Âdil Candemir, Ahmet Şenol, Muharrem Candaş, Muhlis Tayfur ve dönemin diğer şampiyonları, romanın başkahramanları olarak, özel yaşayışlarıyla, güreş minderindeki başarılarıyla okuyucunun güreşe karşı ilgisini diri tutuyor.

Ve sonraki yıllara âit olaylarının anlatıldığı sayfalarda; Tevfik Kış, İsmet Atlı. Mithat Bayrak, Mustafa Dağıstanlı, Hasan Güngör, Müzâhir Sille, Ahmet Ayık gibi şampiyonlar…                                                    

Hintli güreşçi minder kenarına gelmiş, bir İngiliz güreşçiden Yaşar Doğu hakkında bilgi almıştı. Tam mindere çıkmak üzereyken, koşarak gelen Esat Özgül, Hintlinin konuşmasından anladığı kadarıyla Yaşar Doğu'yu bilgilendirdi:

‘Aman dikkat et Yaşar Abi, Hintli seni gözüne kestirmiş gibi konuşuyor!’

Yaşar Doğu'nun güreşte hiç şakası yoktu. Söylenenleri ciddiye alıp dinledi. Sonra da:

‘Sen hiç merak etme’ dedi.

Üç numaralı mindere rakibi ondan önce çıkmıştı. Gonk vurunca iki büklüm olan Hintli atılmaya hazır durumda Yaşar'ın etrafında dönmeye başladı. Adam yanına sokulmadan bir şeyler yapma çabasında. Bu Hintli Celal Atik'le güreşene göre daha güçlü görünüyordu. Yaşar Doğu'nun bir iki hamlesini geriye doğru sıçrayarak savuşturdu. Hintli aradaki bir-bir buçuk metrelik mesafeyi devamlı koruyordu. İkinci dakikaya girerken bile elleri birbirine nerdeyse değmedi. Bu tuhaf güreş Yaşar'ı sinirlendirdi. Seyirci oyun bekliyor, sabırsızlanıyordu:

‘Hadi Yaşar, gir şuna!’                                                                                                                                                                          
‘Sıkıştır şu mihraceyi!’

Çok çabuk bir hareketle atıldı Yaşar, sağ eliyle rakibinin sol bileğini kaptı, kaçmasına fırsat vermeden kendine çekti, belinden kavrayıp havalandırması ve yere vurması bir oldu. Sonra sarmayı takıp yaydı. Hintli altta kıvranıp didiniyor, bâzen oyun arıyor, bâzen kurtulmak için çalışıyordu. Seyircilerin ‘mihrace’ dediği rakibini altta biraz ezdikten sonra, çift kle takıp yüklendi. Hintli Bhargave'nin direnmesi boşunaydı, omuzlarında şimdiye kadar hiç karşılaşmadığı bir güç, bir ağırlık vardı. Yaşar üst üste iki üç kez yüklenince Hintli topaç gibi dönerek tuş oldu. Maç iki dakika sekiz saniye sürmüştü.

Gururla tebessüm ettiren bir cümle:

Güreşçilerimizin ilk defa Stockholm’de gösterdikleri sarma, burada Türklere özgü bir oyun olarak herkesi şaşırttı. Bacakları, beli çok zorlayan bu oyun yüzünden rakiplerimiz minderden düzgün bir yürüyüşle inemiyordu. Horozun altından kalkmış tavuk gibi yere çöke çöke yürüyorlardı.

İzmir’de bir organizatör sahne sanatkârları ve güreşçilerin aynı mekân programda ve fakat ayrı bölümler hâlinde sahneye çıkacakları bir eğlence tertip eder.  Böylece ‘aşksız roman olur mu? Sorusunun cevabı verilmiş olur. Usta yazar Kemal Ateş, romantik cümlelerle aşk unsurunu romana dâhil ediyor:

Dünyanın her yerinde güneş, batmak üzereyken son bir hünerini gösterir ya, İzmir'de Körfez'in sularında batarken, sarı ile turuncu arasında gidip gelen güneşin sularda yarattığı renk cümbüşü bir başkaydı... Meneviş-lenen kocaman denizin üstünde bir sürü renk oynaşır dururdu. Yasemin kokan bu İzmir akşamlarında oyunları olmayan arkadaşları evlerine giderken, Nermin Hanım, annesiyle birlikte kaldığı oteline gidiyordu. Evinden, kocasından soğumuştu. Hayatında başka bir adam vardı. İlişkisini İzmirliler biliyordu, hatta gazetelere yansıdığı için bütün ülke biliyordu. Oyun aralarında kuliste çoğu zaman ayrı bir köşeye çekiliyor, dalıp gidiyordu. Yaşadığı olaylar yüzünden tiyatro onu artık eskisi kadar mesut etmiyordu. Kocası hâlâ umudunu kesmemişti, yalvarıp yakarıyor, evine dönmesi için diller döküyordu. Eski günlerdeki gibi Bambim’ diyordu. Fakat o, ‘sarı kanaryam’ diyen Celal Atik’i seviyordu.  Sevgilisi hafta sonları Ankara'dan uçakla geliyordu. Bu durum onun züğürt bir pehlivan değil, varlıklı biri olduğunu gösteriyordu. Nermin Hanım sonunda tiyatroyu bıraktı, ‘Sarı Kanaryam’ diyen adamla birlikte İstanbul’a kaçtı.

Nermin Hanım cephesinde bu hâdiseler yaşanırken. Celâl Atik, film teklifi alır. Başrolde oynayacaktır. Film çekimi için gittikleri Sinop’un Boyabat ilçesinde hava şartlarının uygun olmaması sebebiyle bir hafta sohbetlerle geçer. Bu vesile ile Türkiye’nin meseleleri ve Boyabat pirinci, Boyabat yemekleri, Boyabat Kalesi ve Celâl Atik’in hayatı hakkında okuyucu bilgi sâhibi olur. Başrol oyuncusu Celâl Atik Yozgatlıdır. Onun Boğazlıyan ilçesinden olabileceği ihtimali belirince, Boğazlıyan Kaymakamı Şehit Kemal Bey gündeme gelir. Filmin Bayan oyuncusu Deniz Tanyeli’dir. Asıl adının Efeminya Özmavridis olduğu öğrenilir. Rum kızıdır. Diğer oyuncular ise: Hulûsi Kentmen, Turgut Pasiner Aydan Can. Rejisör Esat Özgül. Filmin adı ise ‘Korkusuz Yörük Ali…’

145-195. sayfalarda şampiyon Tevfik Kış anlatılıyor. Celâl Atik mafya babası Şâdi Taşar’ın iki gazinosunun işleticisidir. Sayfa: 197-227’de

Neşter ve Madalya isimli eser ‘Mayıs 1960, Uğurlu Kampı’ başlıklı bölümle devam ediyor.

Esere adını veren Neşter ve Madalya başlıklı bölüm 295. sayfada başlıyor. Bu bölümde Müzâhir Sille’nin beklenmeyen hastalığı anlatılıyor:

Müzâhir Sille odasında, kolunda serumla yatıyordu. Celal Atik ile birlikte Güreş Federasyonu yöneticilerinin geldiğini görünce toparlandı. Düne göre yüzüne biraz daha renk gelmişti. Karnındaki buz torbaları kaldırılmıştı. Yöneticiler, hocalar sırayla Müzâhir'e, ‘Geçmiş olsun!’ dedi. Ardından ağrıları olup olmadığı soruldu. İtalyan doktorlar Müzâhir’in güreşmemesi gerektiğini söylüyordu. Apandisiti her an patlayabilirdi. Hastane doktorları kesin kararını yarınki Perşembe günü verecekti.  Cuma günü ise müsâbakalar başlıyordu. Güreşemeyecekse Türkiye’ye gönderilecekti. Bu uygulama Müzâhir Sille için kabul edilebilir bir durum değildi. Üzüntüsünü yönetici ve hocalarına, doktoruna şöyle ifâde etti. ‘Ben buraya gelirken, en büyük rakibim Macar Polyak diye düşünmüştüm, meğer şu karnımda ondan daha beter bir rakip varmış.’

Bunları söylerken bir ara gözleri doldu, çok üzgündü, kararsızdı, ne söyleyeceğini bilemiyor, çâresizlik içinde büyüklerini dinliyordu.

Yaşar Doğu, ‘Sen her iki rakibini de yeneceksin Müzâhir!’ diyerek teselli etti. Uzun süren tartışmayı, Doktor Sermet Akgün şu sözlerle bitirdi:

Müzâhir, sen güreşlere çık, ben minder kenarında elimde neşterle bekleyeceğim, eğer apandisitin patlarsa, seni orada ameliyat eder, kurtarırım, korkma!’ dedi.

Sonra ne mi oldu? Müzâhir Sille, doktorunun dediğini yaptı, mindere çıktı. Netice  ne mi oldu?  300’üncü ve devamı olan 8 sayfayı okuyanlar öğrenecek.

Sonraki sayfalar, Mithat Bayrak, Tevfik Kış,  Kâzım Gedik, Ahmet Bilek, Mustafa Dağıstanlı ile devam ediyor. Pehlivan tefrikaları sâdece gazetelerde değil, kitaplarda da lastik gibi istenildiğince uzatılabiliyor. 

İyi okumalar efendim! 

KEMAL ATEŞ:

1947 yılında Kırşehir-Kaman'da doğdu. Dil ve Târih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Başta DTCF, İLEF, SBF olmak üzere Ankara Üniversitesinin çeşitli fakültelerinde öğretim görevlisi olarak görev yaptı; Türk Dili, Çocuk Edebiyatı dersleri verdi. Aynı üniversitede doktorasını yaptı. Varlık, Türk Dili, Virgül, Hürriyet Gösteri, Sincan İstasyonu gibi dergilerde ve çeşitli gazetelerde yazılar yazdı. Çürük Kapı, Toprak Kovgunları, Veresiye Defteri, Bir Başka Şehir, Küskün Fotoğraflar, Bir Şarkıyı Dinlerken gibi roman ve hikâyeleriyle Edebiyatçılar Derneği, TESK, Lions, PEN Yazarlar Derneği - Orhan Kemal ödüllerini kazandı. Edebiyat dünyasında özellikle gecekonduları içeriden gösteren eserleriyle ilgi uyandırdı, eleştirmenler bu yapıtlarından övgüyle söz ettiler. Yetişkinler için yazdığı kitaplarının yanı sıra Yitik Kuzular adını verdiği romanını çocuklar için yazdı. Destek Yayınevi’nce yayımlanan Neşter ve Madalya'da Yaşar Doğu, Celal Atik, Gazanfer Bilge, Mustafa Dağıstanlı, Mithat Bayrak, İsmet Atlı gibi efsâneleşmiş şampiyonları konu aldı. Ağırlıklı olarak 1948 Londra ve 1960 Roma olimpiyatlarını anlattığı bu kitabı, edebiyatımızda modern güreşin yanı sıra olimpiyatları konu alan ilk romandır. Spor dünyasında da ilgiyle karşılanan Neşter ve Madalya'nın yayımlanmasından sonra Ateş, Türkiye Güreş Federasyonu Onur Kurulu’na seçilen, efsane şampiyonlarla bu kurulda görev yapan ilk edebiyatçı oldu. Ayrıca Türkiye Güreş Vakfına üye seçildi. Köy enstitülü şampiyon Ahmet Bilek’in hayatını konu aldığı Sessiz Şampiyon (H20 Yay.) romanıyla enstitülerin bilinmeyen bir cephesini gün ışığına çıkardı.

İlk baskılarını Cumhuriyet'in yaptığı Öğretemediğimiz Türkçe, İmge Yayınlarından çıkan Türkçem Mahzun Ben Mahzun, Dil Hurafeleri, Bilgi Yayınevince basılan Kendi Diliyle Kavrulmak yazarın dil yanlışlarını, Türkçenin güncel sorunlarını ve Osmanlıca konusunu tartıştığı kitaplarındandır. Kısa bir süre Talim ve Terbiye Kurulu'nda üye olarak görev yapan Kemal Ateş, yirmi yıl yürüttüğü Ankara Üniversitesi Türk Dili Bölümü başkanlığından 2012 yılında emekli oldu.       

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş.                                                                                                                                                   
İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul Telefon: 0.212- 251 03 50                                                 
Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta:
[email protected]  www.otuken.com.tr