(ÜÇÜNCÜ BÖLÜM)
ÇİĞDEM CEBECİ: Sayın hocam ‘‘İnsanları bir soya mensup olmanın duyarlılığına, o duyarlılığı da bir bilince dönüştürmeye imkân veren dünya, bilimlik tarih kitaplarından çok, çeşitli nazım parçaları, masallar, destanlar, efsaneler, menkıbeler, tiyatro eserleri, romanlar ve hikâyelerdir.’’ değerlendirmesini yapıyorsunuz. Tarihsel duyarlılığın bilince dönüşmesinde edebî türlerin rolünü bilimsel tarih anlatısına göre nasıl değerlendiriyorsunuz?
S K TURAL: Tarihçinin yazdığı eserleri öncelikle alan uzmanları, sonra da tarih öğretmenleri ile sayısı çok az olan aydınlar okur. Bilgilerini yenilemek veya gözden geçirmek adına alan uzmanlarının yazdıklarına başvurmak, çok özel bir ihtiyaç seviyesidir. Geçmişe ilişkin bilgiler gerçeğimsileştirilip edebiyattan sayılan eserlerde yansıtıldığında, her tabakadan insan farklı bir etkilenme ve bilgilenme yaşıyor. Bu etkileme ve bilgilendirme işlevi çok eskiden, söylenceler, destanlar, masallar, menkıbeler ve meddah hikâyeleri aracılığıyla gerçekleşiyordu. Bu özel gerçekleşme, bir tür tarih bilinçlenmesi veya mensubiyet güçlenmesi değil midir? 150 yıldan fazla bir zamandır bilimlik tarih kitaplarının yanında ve hattâ onlardan da etkili olarak geçmiş bilgisi ve bilinci kazandıran edebî eserler var: Piyeslerin, romanların kısa hikâyelerin, senaryoların sinema ve Tv ile kamuya ulaşan anlatımların etkisini ve işlevini önemsediğimi söylemeye çalışıyorum. Bu tespitim tarih bilginlerine saygımı ifadenin başka bir şekli sayılsın. Diğer yandan geçmişi anlatmaya kalkan ve bunu edebiyattan sayılan eserlerle yapma niyeti olanların ne yapmaması konusunda dikkatlerini çekme düşüncemi de ısrarla tekrarlamış sayın lütfen...
Ç. CEBECİ: ‘‘Edebiyattan sayılan eserler, insanın insanla, diğer varlıklarla ve Rab ile ilişkilerine bağlı duyarlılığı anlatma ihtiyacına aracılık eden bütünlüklerdir.” diyorsunuz. “Anlatma ihtiyacı”sizin fikirlerinizin temel kavramlarından biri, kitaplarınızı üreten bir anahtar. Bu kitabınız da öyle. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
S K TURAL: Öncelikle kavramlar üzerinde düşünme konusundaki birikimimi paylaşmaya çalışıyorum. Edebiyattan sayılan eserlerin tarihle ilgili, ilişkili olanlarının yapısı konusu ile başarılı eserlerin zamanın elinden tutma konusundaki inceliklerini görme ve gördüklerimi anlatma ihtiyacımın gereğini yapıyorum. Anlatma ihtiyacı, insan olma ve insan kalma süreçlerinin başlangıç noktasıdır. İnsan, sevme, inanma, ayrılma, özlem duyma, güvenme, sevinme hâllerinin veya bunların zıddının kendini sarstığı hâllerle ilgili tabloların geçmiş zamanı zemin yaparak anlatmalara işaret ediyorum. Bu tür yayınların edebiyat bilimi açısından değerini anlamaya ve anlatmaya çalışıyorum.
Ç. CEBECİ: Manas’ın 1000. yılı münasebetiyle Bişkek’te yapılan ilmî toplantındaki konuşmanızda Manas Destanı için “dünyanın en büyük metninin sahibi olmak şerefi” ifadesini kullanıyorsunuz. Manas Destanı’nın evrensel epik miras içindeki yeri nedir? Hangi yönleriyle dünya destanları arasında özel bir konuma sahiptir?
S. K TURAL: Metni ülkemizde okumuş kırk kişi çıkarsa –ki çıkmaz—onlardan biriyim. AKM başkanlığım sırasında, o tarihte DTCF. nde bulunan Prof. Abdildacan Akmataliyev’i tanımıştım; O bana yetersiz Türkçesi ile Manas’tan bahsetti, hem de defalarca...Bu konuşmalardan iki buçuk yıl sonra Kırgızistan devleti bir karar aldı: MANAS’IN BİNİNCİ YILI dev programlarla kutlanacaktı. İşte o zaman metnin derdine düştüğüm gibi Türkiye’de bir toplantı yapılması, Bişkek’teki toplantıya katılınması konusunda hizmet etmeye çalıştım. Merhum Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’in her safhada desteğini gördüm… Dünyada bu uzunlukta bir destan bulunmadığı gibi, ahlâk ve erdem ilkelerini savunan, hem kahramanlık, hem bilgelik iklimi özelliği taşıyan bir metin olmadığına inanıyorum. Türk soylu halkların hepsinin masal ve destanlarında, hattâ halk hikâyelerinde MANAS adlı epik mirastan izler vardır. (DEVAM EDECEK)