Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

[email protected]

Gezdiklerim Gördüklerim 3

(İKİNCİ BÖLÜM)

Sayın Vâli Murad Yıldırım’ın telif ettiği kitapta; gidilen ve görülen yerlerin sâdece sosyal meseleleri hakkında değil, iktisâdî hayatları hakkında da derinlemesine bilgiler var:

Çin firmaları dünyânın her tarafında olduğu gibi, Afrika ülkelerinde de hâkim duruma gelmişlerdir. Sayın Büyükelçi’nin erdiği örnek yatırımlardan birisi olan gül üretim ve pazarlaması idi. Bu pazarlama, siyâhî Afrika’da Avrupa şirketlerinin neyi nasıl yaptığına dâir bir ipucu vermekteydi. Bir Hollanda şirketi, Addis Ababa’nın çevresinde geniş araziler kiralayıp her hafta bahçelerden 65 ton gülü bütün dünyâya pazarlıyormuş

15 Ağustos 2016 târihli Yeni Şafak Gazetesi’nin ekonomi sayfasında ‘Küresel Tarla Savaşı’ başlıklı araştırma haberinde aynı konuya temas edilmekte ve Afrika pazarlarında güç savaşlarının yeni dünyâ sömürgeciliğine nasıl gittiği haber yapılmaktadır. Habere göre zengin devletlerin yatırım peşinde koşan firmaların sermâyeleri, fakir ülkelerin pazarlara çıkardıkları zirâi arazileri kiralayarak veya satın alarak topluyorlar.

Son sekiz yılda milletlerarası sermâyelerin kendi ülkeleri dışında kiraladıkları veya satın aldıkları-işlettikleri tarım arazilerinin büyüklüğü 300 kat artmış. Bir yılda iki, üç defa değil dört kere ürün alınabilen fakir Afrika’nın zengin, verimli arazileri; dönümü 250-300 dolardan kapış kapış gidiyormuş.

2002 yılında beynelmilel tarım sektöründe yapılan yabancı yatırım 6.000.000 dolar iken 2012’de bu rakam 58 kat artarak 350.000.000 dolara ulaşmış. Güney Kore, Japonya Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler; özellikle Afrika’da, Suudi Arabistan’da, Etiyopya’da geniş tarım arazilerini işletmekteler. Özellikle Afrika’da günlük işçi yevmiyesinin 5-10 dolar gibi bedâva sayılabilecek bir düzeyde olduğu dikkate alınırsa, burada yatırım maliyetlerinin diğer devlet teşvikleriyle beraber ele alındığında ne kadar düşük olduğunu bilmek için, uzman-iktisatçı olmaya herhalde gerek yoktur.

Bir örnek vererek konuyu uzmanlara ve Afrika’da yatırım yapmayı düşünen firmalara havale edelim: Geçen sene kültür seyahati yaptığım Singapur’dan Temasek Holding adlı bir firma toplamda 194.000.000 dolarlık bir fonu hem yönetiyor hem de Afrika ve Uzakdoğu’daki verimli arazilerde ilgileniyor ve yatırım yapıyor.                                                                                         

 131. sayfada Can Azerbaycan seyahatine âit notlar başlıyor:

Resmî adıyla Azerbaycan Cumhuriyeti Güney Kafkasya’da bir Türk yurdudur. Yüzölçümü 86.597 Km2, nüfusu 2009 verilerine göre 9.000.000 civârındadır. Kuzeyde Rusya, kuzeybatıda Gürcistan, güneybatıda Ermenistan, güneyde İran ve güneybatıda Bakü’ye bağlı Muhtar Cumhuriyet Nahçıvan’a sınırdaş olarak Türkiye ile çevrilidir. Doğu sınırında ise Hazar Denizi vardır. Azerbaycan kelimesinin köken olarak ‘od’ mânâsında ‘azer’ kelimesinden geldiği belirtilmektedir. Bazı târihçiler, bölgede hâkimiyet süren Kasar (Hazar) Türklerinin ülkeye isim olduğunu belirten görüşler de vardır.

Azerbaycan, 28 Mayıs 1918'de Mehmet Emin Resulzade başkanlığındaki Millî Şurada bağımsızlığını ilân etti ise iki yıllık kısa dönemden sonra Mayıs 1920’de Sovyetler Birliği tarafından işgal edildi ve bağımsız devlete son verildi. Sovyetler Birliği’nin dağılması üzerine 18 Ekim 1991'de târih sahnesinde yeniden bağımsız devlet olarak yerini aldı. Azerbaycan toprağı olan bahtı kara Karabağ, 1988 yılında Rusya’nın desteğindeki Ermenistan tarafından işgal edilmişti. 10 Kasım 2020 târihinde imzalanan anlaşma ile Ermenistan Karabağ’dan çekildi ise de, ‘Kaçgın’ olarak anılan ve Bakü başta olmak üzere Azerbaycan’ın bâzı şehirlerinde göçmen olarak yaşayan Karbağ halkının çok az bir bölümü eski evlerine dönebildi. Karabağ, hâlen Rusya’nın işgali altındadır. Öyle anlaşılıyor ki, Rusya, Karabağ’ın yeraltı zenginliklerini tamamen alıp götürünceye kadar Karabağ’ı Azerbaycan yönetimine bırakmayacaktır.

Yine de savaşın sona erdirilmesi Azerbaycan için büyük başarıdır.

Eserin yazarı Murat Yıldırım. Azerbaycan’daki seyahati hakkında şunları yazıyor:

Günlerimiz sayılı olduğu için zamanı en iyi şekilde değerlendirmek maksadıyla Azerbaycan Türklerinden dostlarla kısa bir öğle yemeği molasından sonra, Bakü’de ilk durağımız olan ‘İçeri Şehir’ dedikleri, eski şehri görmek ve tanımak için Şirvan Şahlar Sarayı ve Kız Kalesi’ne hareket ettik.

Sarayın girişinde ‘Târihe mal olmuş Şirvanşahlar devleti hükümdarlarının saray kompleksi orta asır mimarlığının incisidir. Kapıda; ‘Sizleri hem müzeyi hem de sarayı keşfetmeye ve ziyâratinizden zövg almaya dâvet edirik’ yazan levha ile karşılandık.

Saray, 15. yüzyılda Şirvanşahlar Hanedanının şahı İbrahim Halılullah ve Faruk Yaşar’m devrinde yapılmış ve tamamlanmıştır.

Geniş bir alana yerleşmiş bu yapının bizim Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde yapılan eserlere benzerliği dikkati çekmektedir. Sarayın iç kısımları bir müze hâline getirilerek o devirlerde sarayda kullanılan takılar, kolyeler, kemerler, bazı ev ve mutfak eşyaları sergilenmiş. O devirlerde çalınan müzik âletleri de ihmal edilmemiş. Daha sonraki yıllarda da ‘Saray binasının duvarlarının ezeli daş hörgüsünün barba edilmesi ve konservasiyası’ şeklinde ilâveler yapılmıştır.

Yine müzenin içinde ikinci Devlet Başkanı Haydar Aliyev’e âit ‘Şirvanşahlar Sarayı Azerbaycan halkının iftihar ettiği târihî mimarlık âbidesidir.’ şeklinde ifâdesini de bir köşeye yerleştirmişler.

Aynı külliye içinde, Şirvanşahların âile türbesi vardır ve İbrâhim Halilullah ile diğer âile fertleri bu türbede yatmaktadır.

Yine külliyede 1441 - 1442 târihli iki ibâdet mahalli Şah Mescidi bulunmaktadır. Büyük bölümü erkeklere, küçük bölümü bayanlara ait olan mescit, bugün bir müze gibidir. Yâni ibâdet yapılmamaktadır.

Mescidi ziyâret ettiğimizde ben ve eşim, eski halı üstünde iki rekât mescit namazı edâ ederek duâda bulunmayı ihmal etmedik. Saray yakın doğunun en görkemli mimârî eserlerinden birisi sayılmaktadır. 2000 senesinde UNESCO tarafından İçeri Şehir Bölgesi ve Kız Kalesi ile birlikte Dünyâ Kültür Mirası Listesi’ne alınmıştır.

Sarayı ziyâretten sonra, kale içinde son yıllarda açılan ilgi çekici bir müzeyi daha görme fırsatı oldu. Adı da ‘Miniature Kitab Müzesi’ idi.

Değişik zamanlarda elle yazılmış binlerce küçük kitapların sergilendiği bir müze. Büyüteç veya gözlük takmadan okunamayacak şekilde çok değişik konu ve kişiler hakkında emek ve göz nuruyla yazılmış binlerce eser var. Hayret etmemek, hayran olmamak elde değil. Müzenin sorumlusu bayandan bilgi aldıktan sonra, hatıra defterine duygularımızı yazıp torunlarımın büyüyünce gülerek okumaları için ‘Tülkü (Tilki) Hacce Gedir’ ve ‘Göy-çek Fatma’ isimli iki minik kitabı iki mânâda satın alarak ayrıldık.

Bir efsâneye göre kralın çok güzel bir kızı vardır. Kral kendi öz kızına âşık olur ve onunla evlenmek ister. Çâresiz kız, düğünü mümkün mertebe tehir etmek ister. Babasından daha önce görülmemiş büyük bir kule-kale inşa etmesini ister. Kule tamamlanınca kız kuleye çıkar, Hazar’ın manzarasına bakar ve sonunda kendisini Hazar’ın dalgalarına bırakır. Kale duvarlarına çarpa çarpa can verir. Trajedi kokan bu kule, bugün Bakü’nün simgesi olmuş ve hediyelik eşyalara da tamamen yansıtılmıştır. Kulenin merdivenleri dik ve yüksektir.

Önemli Not: Bu efsâne Azerbaycan’ın Çarlık Rusya döneminden sonra Kızıl Komünist, eli kanlı kasap bozuntusu Lenin döneminde aziz ve necip Türk milletini tahkir için uydurulmuş olmalı. Can kardeşlerimiz Azerbaycan Türklerinın “Gız Kal’ası” olarak andıkları Kız Kulesi, 1200’lü yıllarda inşa edilmiştir. O dönemde bölgeye Büyük Selçuklu Devleti hâkimdi. Azerbaycan’ı hükümdar değil, İldenizliler veya Şirvanşahlar olarak anılan Atabeyler yönetiyordu. Onlar Türk ve Müslüman’dı. 1-Türk târihinin hiçbir döneminde kızına âşık olup onunla evlenmek isteyen bir sapık bir babanın varlığından söz edilmemiştir. 2-Cenab-ı Allah’ın verdiği canı ancak O’nun alabileceğime inanmış bir Müslüman Türk’ün kendi canına kıymış olduğu iddiası da çirkin bir iftiradır. Benzer olaylar Rus târihinde yaşanmıştır. Misal: 34 yıl Rus İmparatorluğunu yöneten Çariçe İkinci Katerina (1729-1796 / Çariçelik dönemi: 1762-1729) kendisinden sonra Rusya Çarlığı tahtına oturan oğlu Çar Birinci Pavel’in babasının kim olduğunu bilmediğini söylemiştir.   

                                                                                        (DEVAM EDECEK)