(ÜÇÜNCÜ BÖLÜM)
Bu ziyÂretlerden sonra, yaklaşan ikindi namazını eda etmek için Kız Kalesi civarında küçük halı satan işyerine girerek genç halıcıya yakında mescid olup olmadığını sorduk. 20-25 yaşlarındaki genç satıcı biraz ilerde iki küçük mescidin bulunduğunu, bir tanesinin ‘Ehl-i Sünnet Mescidi’ diğerinin ise ‘Şia Mescidi’ olduğunu belirtti. Bize en yakın olan Ehl-i Sünnet Mescidine giderken sağlı sollu sıralanmış, küçük turistik eşya satan esnafın ısrarla içeriye bakmamızı, hesaplı yerli malları olduğunu söylemeleri; işyerlerinin pek de iyi gitmediğine ve müşteri azlığına bir işâret teşkil ediyordu.
İki küçük dükkândan Çin malı olmayan yerli dört bayan şalı satın alarak mescide yöneldik. Konuştuğumuz esnaflar ‘işlerinin hiç iyi olmadıklarını, yabancı turist gelmediğini’ ifâde ettiler.
İkindi vakti için girdiğimiz küçük ve eski ehlisünnet mescidinin girişi dikkat çekiciydi. İnce dar bir yoldan ızgara tahta üzerinden ve hoş olmayan manzaraların arasından giriliyordu. Çok da nezih olmayan bir mekânda abdest aldıktan sonra mescide girince, genç bir grubun duvara dayalı beyaz tahta başında ders yaptıklarını gördük. Yanıma yaklaşan bir gence seferi olduğumu bildirerek cemaatle namaz kılmayı teklif ettim ve beraber vakti edâ ettikten sonra, ben ve eşim mescitten dışarı çıktık. Mescitte 9-10 kişilik bir genç grup vardı.
Anlaşıldığı kadarıyla, Azerbaycan’da hemen bütün câmi ve mescitler ‘Ehl-i Sünnet’ veya ‘Şia Mescidi’ diye fiilen ayrılmış durumda. Şia ve Câferiler; Ehl-i Şia yâni genel târifiyle (Vehhabiler olarak tanımlanan gruba mensup olanlar da dâhil) Şia Mescitlerinde, ehlisünnete mensup olanlar da Ehl-i Sünnet câmilerinde namaz kılarak ibâdet ediyorlar.
Yine şu acı gerçek de belirtilmeli ki başşehir Bakü’ye geldiğimizden beri Bakü câmilerinin minârelerinden maalesef ezan-ı Muhammedi sesi duymak mümkün olmadı. Yâni, Azerbaycan Türklerinin tâbiriyle ‘ehalisinin’ %98’i Müslüman olan bir ülkenin başşehrindeki câmilerinden ezan sesi işitilmiyor. Temennimiz ve duâmız şudur ki en kısa zamanda Azerbaycanlı kardaşlarımız bu hatâdan dönerler ve Müslüman Azerbaycan halkının kulaklarını ezan ile çınlatırlar. Çünkü ezan-ı Muhammedi’nin okunarak duyurulması ile namaz vakitlerinin hatırlatılması bir yana dünyânın her yerinde beynelmilel bir mesaj olan ezanın okunmasından Azerbaycan halkı çok memnun ve mesrur (sevinçli) olacaktır.
İkindiyi müteakip ben ve eşim, Bakü’nün sâhil kıyısına inerek Millî Hâkimiyet Tabiat Parkı dedikleri park ve bahçelerinde yürüyüş yaparak, banklarda dinlendik.
Cumartesi günü tâtil olması ve havanın yağışsız, güneşli olmasını fırsat bilen Bakülüler gruplar hâlinde sâhilde kordon boyunca yürüyüş yaparak yorgunluklarını atmaya çalışıyorlardı. Akşam hava kararmaya başlayınca sâhil şeridinden heybetli görülen Alev Kuleleri duvarlarında siluetler ortaya çıkmaya başladı. Biz de bu kulelerin akşam görüntülerini seyretmek ve kayıt altına almak için beklemiştik.
Başşehir Bakü mimârî eserlerinin ihtişamı akşamları kendilerini daha güzel gösteriyor. Hâkim bir tepede inşa edilen 190 metre uzunluğundaki Alev Kuleleri, bir renk ve ışık gösterisine dönüşüyor. Üç alev hâlindeki cam gökdelenler, gece gayet azametli görünmektedir.
Kulelerde önce Azerbaycan bayrağının renkleri olan yeşil, kırmızı ve mavi tonlar kendisini gösteriyor. Sonra bayrağı sallayan adam motifi ve ardından da petrolü temsil edem alev alev yanan kule görüntüleri beliriyor. Yine denizin ortasında su ve ışık gösterisi de çok güzel bir manzara teşkil ediyor. En büyük bayrak da, Bayrak Meydanı’nda herkesi selamlıyor.
Bu güzel renk, su ve ışık gösterisini seyredip kayıt altına aldıktan sonra günün yorgunluğunu atmak üzere otelimize hareket ettik.
29 Nisan 2016 Perşembe günü sabahında 10.00 sıralarındı Azerbaycanlı dostum Koşgar Caferov ile buluşarak doğup-büyüdüğü Kuba şehrine hareket ettik.
Kuba
Başkent Bakü’ye yaklaşık 168 km mesâfede bulunan Kııba’nın nüfusu 160.000’e yakındır. Büyük Kafkas Sıradağlarındaki 600 metre rakımlı Şahdağı’nın yamaçlarına, Kudyalçay’m kenarına kurulmuş etrafı ormanlarla çevrilmiş turistik bir bölge konumundadır.
Bize hem rehberlik eden hem de zamanını ayırarak kendi doğduğu ve büyüdüğü Küba’ya götüren iş adamı Koşgar Caferov kardeşimiz yol güzergâhında Beş Parmak Kayası denilen mıntıkayı işâret etti. Uzaktan bakıldığında, bir elin parmaklarına benzeyen kayalık tepe, yazın birçok insanın ziyâret ettiği mekân hâline gelmiş. Adakların adandığı, kurbanların kesildiği bu mekân yaz aylarında dolup taşıyormuş.
Küba’ya ulaşmadan evvel, 20-30.000 insanın yaşadığı, bizim ilçelere benzeyen, Şabran vilayetinin kıyısından geçtik. Bakü’ye en yakın av sahası olan bölgede balıkçılık gelişmiş. Bölge yemyeşil bir bitki örtüsüyle kaplanmıştı. Yine Şabran’a bağlı Gendop kasabasının içinden geçerek yolumuza devam ettik. 5-6.000 nüfuslu kasaba ve kazalar vâlileri temsilen nümayende denilen mümessil (idâreci) tarafından yönetiliyor. Bahar aylarında gayet coşkulu akan Velvele Çayı ile Karaçay’ı geçerek Kuba şehrine ulaştık.
Küba’da Azad Bey’in yeğeni ile buluşarak ilk ziyâret durağımız Kuba Soykırım Müzesi’ne hareket ettik. Kuba Soykırım Memorial Kompleksi yetkilileri ile tanıştıktan sonra, 1918 yılında bölgede Bolşevik-Ermeni komitacılarının yaptıkları katliam hakkında bilgi aldık. Bize verilen broşürlere ve müze içerisinde gördüğümüz fotoğraf ve arşivlere bakıldığında Azerbaycanlı Müslüman kardeşlerimize nasıl bir soykırım yapıldığı görülüyordu. Üzülmemek, kahrolmamak elde değil.
1918 yılında Bolşeviklerin tâkip ettikleri, toplu etnik temizlik ve tecâvüz politikası gereğince Azerbaycan’ın Baku, Kuba Şamahı, Göyçay, Cavad, Salyan, Karabağ, Zengezur, Nahçıvaıı, Lenkaran, Gence ve diğer bölgelerinde on binlerce mâsum insan katledilmiştir.
1918 yılının Nisan-Mayıs aylarında sâdece Kuba kazasında 167 şehir, tamamen dağıtılmış; şehir talan edilerek yakılmış, kazanın Müslüman ve kısmen Yahudi ahalisi topyekûn yok edilmiştir.
Verilen bilgilere göre, 2007 yılına kadar futbol sahası olarak kullanılan müze alanında yapılan kazılarda tesadüfen bulunan toplu mezarlarda katliamın boyutları ortaya çıkarılmıştır. Soykırım kurbanlarının hâtırasının unutulmaması ve ebedîleştirilmesi maksadıyla 2009 yılında Azerbaycan Devlet Başkanı Sayın İlham Aliyev’in katıldığı bir törende ‘Soykırım Müzesi’ kurulmasına karar verilmiş. Müze ve diğer binalar 2012-2013 yıllarında inşa edilmiş ve 2013 ’te ziyârete açılmıştır.
Müzenin giriş ve çıkışına 1918 Bakü bölgesinin beş kazasında; Baku, Şamahı, Kuba, Göyçay ve Cavad’da Müslüman ahalinin soykırımı târihi ile ilgili Azerbaycan gazetesinin 8 Aralık 1918 târihli sayısındaki makaleden alınmış şu satırlar, günümüz Türkçesiyle aynen şöyledir: ‘Biz politik düşmanlarımıza, özellikle kendi hedeflerine ulaşmak için her türlü yola başvuranlara benzemeyiz ve bunu istemiyoruz da. Biz, kendi hakîkatimizin bilinci ile kendi hedefimiz doğrultusunda temiz bir vicdanla sessiz ve sâkin bir şekilde yürümekteyiz ve eminiz ki er veya geç temas kurduğumuz halklara karşı sadakatimiz, samîmiyetimiz ve içtenliğimiz, gözünü kötülük ve bencil arzular bürümemiş kimseler tarafından tanınacak ve değerlendirilecektir. Gerçek böyledir. İsteyen kontrol edebilir.’
(DEVAM EDECEK)