7- 11 Temmuz 2025 tarihleri arasında Bulgaristan'ın Kırcaali bölgesine yaptığımız kültür ve tanıma seyahatimizde tanıdığımız edebiyatçı öykü yazarı Sn. Durhan ALİ Bey'in bize hediye ettiği "Kaybolan Mezar" adlı hikâye kitabını okuyorum." HARMANDA" başlıklı kısa öyküsü bize hem düşüncelere hem de üzüntülere sevketti.
Kısaca özetlersek: "Mümin küçük bir köyde, eşi ve yaşlı annesiyle beraber yaşayan, babasız fakir fukara bir tarım işçisidir. Dönem Bulgar Komünist partisinin zulüm ve baskıların acımasızca uygulandığı dönemdir. Yaz sıcağının kavurduğu harman zamanında, boyunduruğunda inekle eşeğin çektiği dövende; annesiyle beraber buğdayı harmanlıyorlar. Elde edecekleri buğday hasadıyla hem borçlarını ödeyecek hem de Arif amcadan aldıkları tohumluğu verebilecekler. Harman yerine, rejimin sadık satılmış, muhtar Dimo'nun adamları gelir, mahsulün o seneki 3 te 2 sini "muhtar hakkı" olarak vermesini isterler. Bu sene çok borçlarının olduğunu veremeyeceğini dile getiren Mümin, adamları kovarak, muhtarın kendisinin gelmesini söyler. Annesi de oğlunu ikaz ederek, muhtarın hükümet adamı olduğunu, başlarına bir belanın gelebileceğini kaygıyla hatırlatır. Gariban Mümin’de," ana, bu kışta mı dilenelim? Aç geberecek değil ya. Hakkını hükümetten alsın, fakir fukaranın ekmeğinde gözü kalmasın" diyerek haklılığını dile getirir.
Daha sonra, muhtar Dimo harman yerine gelerek, hakkını niye vermediğini, hakkını istediğini, bu işin sonunun iyi olmayacağını sert bir şekilde söyleyerek köyden uzaklaşır. Mümin, akşamdan sonra, ay ışığında, harmana giderek esen rüzgâr sayesinde harman savurmaya başlar. Yorulunca, gömleği terden vücuduna yapışır, yağmurluğunu yere serer oturur. Tabakasından gazete kağıdına sarılmış sigarasını yakar, ağacın beline dayanır, hayallerine dalar. Biraz yakınında bulunan bir karaltı, Mümin'e yaklaşır, üstüne atlar ve kamayı köprücük kemiğine saplar, ikinci vuruşunu da kafasına yapar. Karaltı, tınaza gazyağı dökerek tutuşturur ve kaybolup gider. Anası uyanır, çuvalları alıp harman yerine geldiğinde çığlıklar atarak oğlunun üzerine kapanır." Mümin, Mümin oğlum, uyan, sana ne oldu? kim yaptı? Gözlerini aç yavrum! diye gözlerine su serpti...
Mümin iki yudum suyu içerek: " Ana, oğlum olursa adını Babamın adını Hasan " diyerek gözlerini kapadı...
Bu hazin hikâyede anlatılan bir kurgu değildir. Türklere Bulgaristan' da zaman zaman şiddet, baskı, asimilasyon, sindirme politikaları, zulüm ve katliamlar, zorunlu göç siyaseti ya komünist Bulgar Devleti tarafından veya onun adına halk tarafından uygulanmıştır. Bu öyküde ifadesini bulan, köylünün malına, hasadına el koyma işlemlerinin bire bir olmasa da benzerleri 2. Dünya savaşı yıllarında, o tarihî şartlar altında ülkemizde de yaşanmıştır diyebiliriz. 2. Dünya savaşına fiilen girilmemesine rağmen (o dönemin ve Devletimizin politik başarısıdır, takdir edilmelidir) sanayi ve ticaret alanlarında büyük düşüşler yaşanmış, kırsal kesimde tarımsal üretim yüzde 50 oranında azalmıştır. Yoksulluk, yolsuzluk ve ağır vergiler bu talihsiz dönemin acılı belirgin özelliği olmuştur. En dikkat çeken yasal düzenlemeler, Milli Korunma Kanunu, Varlık Vergisi, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunları olmuş ve İaşe Teşkilatı ve Ticaret Ofisi kurulmuştur.
Milli Korunma Kanunu olumlu sonuçlar vermeyince Devlet çareyi vergilendirmede bulmuştur. Bütçenin büyük bir bölümü, savunma sanayiine ayrılmış, genç üretken nüfusun büyük bir kısmının askere alınması sebebiyle, kırsal da üretim azalmış, fiyatlar ve dolayısıyla enflasyon yükselmiş ve tüketim de kısıtlamalara sebebiyet verdiği gibi kırsal kesimde derin bir yoksulluk doğurmuştur.
Bizler yaşamadık, hatırlamıyoruz ama, yaşları 80- 90 ı bulan baba veya dedelerimiz o acılı günleri hala anlatıyorlar. En temel gıda maddeleri " EKMEK " gibi tüketim malları başta Devlet memurlarına ve şehir halkına "KARNE" ile dağıtılmıştır. Yine köylere giderek, vatandaşın hayvan varlığını tespite çalışan jandarma nezaretindeki görevlilerden; hayvanlarının bir kısmını dağda bayırda saklayan Anadolu insanının yaşanmış hikayeleri bizlere bugün bir masal gibidir.
Milli şefimizin o dönemin acı ve zor yıllarını anlatırken: "Evet o dönemde vatandaşlarımızı aç bıraktık fakat evlâdlarımızı yetim bırakmadık" dediği tarihi bir gerçeğin ifadesidir. Ne diyelim! Vatanın, milletin ve ülkemizin bölünmez bir bütün olduğunu, hangi etnik ve dini inanca sahip olursa olsun T.C.nin onurlu, haysiyetli, eşit hak ve hukukuna sahip olan Türk vatandaşları olarak yaşamaktan başka çarem izin olmadığının bilincinde olalım.
Tarihimizi iyi ve doğru okuyalım, geçmişte yaşananlardan ders ve ibret alalım, geleceğe güven ve ümitle bakalım. Bozgunculara, bölücülere, Devlet ve millet düşmanlarına yol ve fırsat vermeden sıratı müstakimde yol alalım inşaallah.
Vesselam…