Murat YILDIRIM

Emekli Vâli - Yazar

[email protected]

Türkülerin Felsefesi Olur mu?

Türk Halk müziğinin en bilinen, en sevilen ve okunan bir türü olan türkülerimizin, hepimizin hayatında apayrı bir yeri vardır şüphesiz. Daha ana kucağında veya tahta beşikte sallanırken bile, ninni ve masalların yanında; analarımızın kulaktan kulağa dinleyerek öğrenip okudukları hem yerel hem de milli teraneleri- türküleri dinleyerek büyümüşüzdür. Özellikle küçük köy ve kasabalarda, Türk Sanat müziğinin pek bilinmediği ve okunmadığı bir sosyal gerçeğimizdir.

Sözlü kültürün yaygın olduğu, okuma yazmanın çok sınırlı olduğu uzun dönemlerde, bilhassa uzun kış gecelerinde, DEYİŞ, DESTAN, MANİ, TÜRKÜ vb. türlerinin dilden dile, gönülden gönüle aktarılarak günümüze geldiğini söyleyebiliriz. Daha sonra üniversite ve Devlet kurumları bünyesinde açılan konservatuarlarda müzik eğitimi başlatılarak, ilmî usül ve metodlarla müzik türleri tekniğe uygun şekilde öğrenilmesine başlanmıştır.

Yine tarihi bir gerçek olarak biliyoruz ki, taa Orta Asya bozkırlarından Anadolu' ya, Balkanlardan Kafkasya dahil, Türk- İslam kültür ve medeniyetimizin hakim olduğu her bölgede, halk müziği USTA- ÇIRAK ilişkisiyle başlamış ve halen günümüzde de aynen devam ettirilmektedir. Güzel yurdumuzun her bölgesini memuriyetimiz gereği (41 sene) dolaşmış ve halen de fırsat ve imkân buldukça da görmeye devam eden bir vatandaş olarak müşahede ediyor ve diyoruz ki: Anadolu ve Trakya insanımız, acısını, hüznünü, kederini, sevgisini, sevincini, mutluluğunu, hasret duygularını, sıla özlemini, kahramanlık hikayelerini kısacası; "BEŞİKTEN MEZARA" kadar yaşadığı hayatının her safhasına ait bir kesitini, türkülerle dile getirmeyi- anlatmayı bir alışkanlık, örf ve adet, daha doğru bir ifadeyle bir "YAŞAM KÜLTÜRÜ" haline getirmiştir.

Üstelik bu tercihini dünyada en iyi yapan bir millet olmuştur diyebiliriz Yine milletimiz, acısına, hüznüne, kederine, yaşadığı felaket ve musibetlere ağıtlar yakmış, unutulmamasını sağlamış, düğün dernek, bayram şenlik, hasat ve bağbozumu vb. mutlu olduğu anları da HORON, ZEYBEK, HALAY çekerek sevinçlerini, eş dost ve akrabalarıyla paylaşmasını bilmiştir. Ecdadımız bu sosyolojik gerçeği ne güzel ifade etmiştir? *Mutluluklar paylaşıldıkça çoğalır, acılarda paylaşıldıkça azalır* İşte izah etmeye çalıştığımız konunun felsefesi bu veciz cümlede yatmaktadır.

Ardahan İlimizde görevli iken, bir köyümüzde yeni bir okulun yaptırılmasına vesile olan, TV. yapımcısı merhum Savaş AY, bir söyleşide bir cümle kurmuştu: *Bir Anadolu insanı olarak, yöresinin türküsünden bir şeyler mırıldanmayan birisi, değil üniversite, 2 kez OXFORD bitirse, bu coğrafyayı ve insanımızı tanımamış demektir, bizim için bir kıymeti harbiyesi yoktur*.

Ne güzel bir TEVAFUK diyelim, tesadüf demeyelim. Türk oğlu, Türk, türkü sever, türkü söyler. Türk'ün söylediği "TÜRKÜ". Acaba, bu dünyada, nesli- soyu ile teranesi-mahnisi birbirine UYUMLU bir başka millet var mıdır? Merak ediyoruz. Konuyu uzatmadan bağlayalım. Yeni yetişen nesillerimize, Türk müziğini mutlaka sevdirmeliyiz, bunun yollarını bulmak zorundayız. Ne acıdır ki uzun yıllardır gençlerimizin büyük bir kısmı, yabancı pop, rock, metal vb. müzik türlerini beğenmekte, izlemekte, pop starlarının konserlerini hıncahıç doldurmaktadır. Müzik evrenseldir, zevkler ve renkler tartışılmaz safsatasına inandırılmış, milli musikimizden bihaber gençlerimizin, gayrımillî millî kültürün labirentlerine kaybolup gideceğini de biliyoruz. Her şeyi devletten bekleyemeyiz, bu konuya kafa yoran aydınlara, STK na, hepimize görev ve sorumluluk düşmektedir. Ezcümle dostlar, THM, TSM de milli kültürümüzün vazgeçilmez unsurlarındandır, İHMALE gelmez.

Selam ve dua ile.