Yazar, Şâir, Edip ve Hatip
YAVUZ BÜLENT BÂKİLER’İN ARDINDAN
Şiir Sanatının İmkânlarıyla Annelik Duygusu - 1 (BİRİNCİ BÖLÜM)
A N A L A R…
Garibin anası pencerelerden
Yanık türkülerle yollara bakar.
İncecik yüzünde her akşamüstü
Çizgi çizgi, nokta nokta bir efkâr
Fakirin anası her sabah sessiz
Ağlar çocuğunun aç çıplak durduğuna;
Elleri koynunda kalır çâresiz,
Bin pişman doğduğuna, doğurduğuna
Mahkûmun anası susar konuşmaz,
Suçu kendisinde sanır.
Kaçar insanlardan, aydınlıklardan
Duvarlara bile baksa utanır.
Açılsa üstüm biraz, duyar da gece yarısı
Kalkar yatağından gelir.
Bir mübârek el uzanır yorganıma usulca
Bilirim anamın elidir.
Bir merhamet, bir sıcaklık, bir gurur
“Yavrum” diyen sesinde
Ve huzurun günde beş vakit nabzı vurur
Beyaz tülbendinde, seccadesinde
Karımın anası anama benzer
Öylesine yakın, duygulu, ince.
Özü sözü bir, yayla gözesi kadar berrak.
Oturtacak yer bulamaz çıkıp yanına gidince
Yüreği destanlar gibi sımsıcak.
Ve alnım açıksa, başım dikse;
Dirliğimiz varsa, mutluysam;
Yüzüme gülüyorsa böyle bu şehir,
Bir beyaz zambak gibi pırıl pırılsa yavrum;
Ve yavrumsa her şeyi bana sevdiren bir bir,
Bu mutluluk, bu düzen, bu bitmeyen aydınlık
Anasının yüzü suyu hürmetinedir.
Giriş
Sanat eserlerinin arkasında veyâ derinliklerinde, millî hayâtı hem oluşturan hem koruyan tercihlerin, sanatkârın vicdanındaki yankıları ve yansımaları bulunur. Sanat eseri, toplumdaki bir olaydan, durumdan veyâ insandan gelen uyarımların, sanatkârın zihninde oluşturduğu yansımaların sonucudur. Ne kadar avangard, hattâ ayrıksı niyetli ve tavırlı olursa olsun, her sanatkâr, içine doğduğu toplumun ortak paydasından etkilenir, beslenir.
Sanat, bir insânın, zihnine gelen uyarımların etkisiyle oluşan patlamaların estetik bir düzenlemeyle, zamana ve mekâna emânet edilmesidir. Meydana getirdiği eser, içindekileri paylaşma ihtiyâcıyla yanardağlaşan sanatkârı, bir ölçüde, sâkinleştirir. Sanatkârın asıl sâkinleşme sebebi, okuyucu, dinleyici, seyirci gruplarının eserine gösterdiği ilginin ve takdirin çok olmasıdır.
Bir sanat eserini yapılandıran malzemeler, başkalarında da ilgi ve heyecân uyandıracak ölçülerde bütünleştirilmiş olmalıdır. Sanatkârın, iç dünyâsını esere dönüştürme ve onu paylaşma ihtiyâcı, toplumun tefekkür dünyâsıyla bütünleşmede başarılı sayılmak arzu ve beklentisi, bilgi ve malzemeye hâkim olma ile tamamlanınca ortaya sanat eseri çıkmaktadır. Sanat eseri, toplumdan alınanların, sanatkârın zihninde yankılanıp, bedenlenip hem millete hem de milletlerarası zeminlere taşınma aracıdır.
Sanatın, diğerlerine göre, millî, özgün ve özel alanı edebiyat, edebiyatın millî olma özelliği rahatça görünen bölümü ise şiirdir…
Her dil öncelikle bir iletişim aracıdır. İnsan mensup olduğu sosyal ve kültürel tabakalardan birinde veyâ birkaçında yaşarken, farklı kelime sayısı ve kadrosuyla iletişimler kurmaktadır. Bu tabakalardan her birindeki iletişim hem kelime sayısı ve kadrosu hem de mecazlı anlatımla olan bağları açısından, az çok farklılık göstermektedir. İnsan ortak paydayı oluşturan tabakalardan birkaçında birden yaşar: Hem aydın hem kentli hem orta gelir grubunun oluşturduğu üç tabakaya bağlı bir insan düşünelim. Bu insânın kelime hazînesi de bağlı olduğu gruplarla iletişim kurarken kullanabildiği kelime sayısı ve çeşidi ile telaffuz farklılığı da diğer tabakalardan birine mensup olanların reddedemeyeceği sosyolojik gerçekliklerdir. Sosyal tabakalardan birine mensup olan vatandaşların, nazım/şiir dünyâsından aldıkları zevk ve metinlerle ilgili yönelişleri, bir diğerine göre farklıcadır. Nazım da şiir de meydana geldiği/getirildiği kültür tabakasındaki dil ile can kazanır, güzellik anlayışıyla bedenlenir. Hangi kültür tabakasında meydana getirilmiş olursa olsun, nazım da şiir de seçilmiş kelimelerle oluşan anlamca yoğun, sözlü ifâdece âhenkli bir bütünlüktür.
(DEVAM EDECEK)