Dr. Zülfikar ÖZKAN

Avukat - Yazar - NLP Trainer

[email protected]

Neden Bazı İnsanlar Her Türlü Maddi İmkâna Sahip Olduğu Halde Depresyona Giriyor veya İntihar Ediyor?

Bunun temel sebebi, varoluşsal boşluk veya anlam boşluğudur. Varoluşsal boşluk, hayatının tüm hedeflerini kaybetmiş ve varlığının anlamını göremeyen bir kişinin yaşadığı bir iç boşluk durumudur. Frankl buna “bir uçurumda yaşamak” diyor. Kişi, çoğu zaman bu boşluğu maddi mallarla doldurmaya çalışır. Ancak bu konudaki her denemesi daha ziyade kaygı oluşturur ve zaman kaybettirir.
İnsanoğlu bütün maddi isteklerine ulaşsa da bir gün geliyor kendisine soruyor: “Tüm bu yaşadıklarım ne için?”, “Ne olacağım?”, “Neden buradayım?” “Bu dünyada var olmamın amacı ne?” İnsan mutluluk ve anlam arayan bir varlıktır. Yalnızca insan anlam arayışı içinde olabiliyor ve anlam üretebiliyor.
Yirminci yüzyılın önde gelen ve varoluşsal terapinin en önemli isimlerinden biri olan Avusturyalı Psikiyatrist Viktor E. Frankl, ikinci dünya savaşı sırasında Auschwitz Nazi toplama kamplarında hayatta kalabilmek için geliştirdiği Logoterapiyi, “İnsanın Anlam Arayışı” kitabında anlatıyor.
Frankl, varoluşta kişisel anlam eksikliğini varoluşsal boşluk olarak adlandırır. Anlam eksikliği yaşayan kişide, şüphe, içsel boşluk, sıkılma, duygusuzluk, nedensiz korku, sevgi yoksunluğu, geleneklere uyma, kötümser düşünme ve anlamsız varoluş belirtileriyle ortaya çıkar. Varoluşsal bir boşluk, Frankl'a göre yaşam amaçlarından, benzersiz anlamlardan ve kişisel değerlerden kaçış veya terk etme sonucu bir insanda oluşan bir iç boşluk hissidir.
Günümüzde birçok insan, kendine bir anlam ve amaç bulamıyor. Varoluşsal boşluk denilen boşuna yaşama, anlamsızlık ve boşluk duygusunu yaşıyor. Boşluk duygusunun başlıca belirtisi can sıkıntısıdır. “Can sıkıntısı, acının seyreltilmiş halidir.” diyor yazar Ernst Jünger. İnsanlar maddi bakımdan zengin olabiliyor ama uğruna yaşanacak bir amaç, bir anlam bulamıyor. Pek çok insanın boş zamanı bol ama bu zamanı harcayacak anlamlı bir şeyleri yok (Frankl,1999, s. 93).

Can sıkıntısı, en zor tahammül edilebilen duygulardan biridir. Çünkü beyin boşluk hissine dayanamıyor. Beynin yapacak işi olmadığında sıkıntılı düşünceler, korku ve yılgınlık oluşuyor. Başarı hissinden yoksun kalan kişi de yılgınlık, yetersizlik ve çaresizlik hisseder. Fazla kolay, fazla zor kadar kötüdür. Az yüklenmenin beyin üzerindeki etkisi fazla yükleme kadar zarar verici olabilir. Örneğin ileri zekalı çocuklar için normal bir yaşam temposuna alışmak dayanılmaz bir can sıkıntısına alışmanın eziyeti anlamına gelir. Gerçek ruhsal sıkıntılar intihar eğilimine kadar gidebilir (Klein, s. 236).
Son zamanlarda yapılan istatiksel bir araştırma, Avrupalı öğrencilerin arasında %25’inin şöyle veya böyle belirgin bir varoluşsal boşluk gösterdiğini ortaya çıkarmıştır. Amerikalı öğrencilerde bu yüzde 25 değil, %60 olarak gözlenmiştir…Kişi, hizmet edeceği bir davaya ya da seveceği bir insana kendini adayarak ne kadar çok kendini unutursa, o kadar çok insan olur ve kendini de o kadar çok gerçekleştirir.” (Frankl, 1998, s.101 ve 105).
“Çağın en büyük hastalığı, başarı üzerine kurulmuş bir hayat isteğidir. Hayatın anlamı başarıda değil özgürlüktedir. Sadece başarı için yaşayan insanlar, köle ruhludurlar, özgür olamazlar.” diyor Jean Jacques Rousseau.
Nietzsche’nin şu sözlerinde bilgelik vardır. “Yaşamak için bir sebebi olan insan, her türlü zorluğa katlanabilir.” İnsanın gerçekte ihtiyaç duyduğu şey, gerilimsiz, acısız bir durum değil, daha çok uğruna çaba göstermeye değer bir hedef, özgürce seçilen bir amaç için uğraşmak ve mücadele etmektir. Acı, bir anlam bulduğu anda acı olmaktan çıkıyor (Frankl, 1988, s. 105, 107).
Varoluşsal boşluk kalıcı olduğu zaman, büyük bir ihtimalle nevrozlar ortaya çıkıyor. Hayatını anlamsız gören pek çok insan, bu anlam boşluğunu şiddet, uyuşturucu, yeme-içme ve cinsellikle doldurmaya çalışıyor.
Victor Frankl’ın belirttiğine göre “Bir Amerikan üniversitesinde intihar girişiminde bulunan 60 öğrenci üzerinde anket yapılmış ve bu öğrencilerin yüzde 85’i, intihar girişimlerine gerekçe olarak “yaşamın anlamsız gözükmesini” göstermiştir. Daha da önemlisi, yaşamı anlamsız gören bu öğrencilerin yüzde 93’ünün “aktif bir sosyal yaşamları vardı, akademik performansları yüksekti ve aileleriyle ilişkileri iyiydi.” Burada söz konusu olan duyulmayan bir anlam çığlığıdır…Yaşam savaşı şiddetini kaybedince “ne için yaşam?” sorusu gündeme gelmiştir. Başka bir ifadeyle “Nasıl yaşarım?” sorusu gündemden düşünce, “Niçin yaşıyorum?” sorusu gündeme gelmiştir. Bugün insan iyi yaşam için gerekli araçlara sahip, ama yaşamak için bir anlamı yok (Frankl,1999, s.15).
Robert Jay Lifton anlamsızlık duygusunu son derece güzel ifade etmiş: “İnsanların ölmeye en yakın olduğu durumlar, anlamsızlık duygusun altında ezildikleri durumlardır.”

Kaynaklar
FRANKL, E. Victor. İnsanın Anlam Arayışı, çev. Selçuk Budak, Öteki Yayınları, Ankara, 1998.
FRANKL, E. Victor. Duyulmayan Anlam Çığlığı, çev. Selçuk Budak, Öteki Yayınları, Ankara, 1999.
ÖZKAN, Zülfikar. Beynin Mutluluğa Ayarlanması, Pozitif Yayınları, İstanbul, 2021.