Prof. Dr. Sadık Kemal TURAL

Akademisyen

[email protected]

Şiir Sanatının İmkânlarıyla Annelik Duygusu - 8

Yazar, Şâir, Edip ve Hatip 
YAVUZ BÜLENT BÂKİLER’İN ARDINDAN  
Şiir Sanatının İmkânlarıyla Annelik Duygusu                             (SEKİZİNCİ BÖLÜM)

Analar şiirinde, Bâkiler’in çektiği fotoğraflara yansıdığı kadarıyla ‘anne’lerin altı ayrı görüntüsü vardır: Garibin annesi, fakirin annesi, şâirin annesi, şâirin kayınvalidesi ve şâirin çocuklarının annesi.

Tekrar söyleyelim: ANALAR şiirinin ana teması analık duygusu… Şiiri dokuyan hayâl ise, annelerle ilgili zihnimizi tutuşturan fotoğraflar. Şâir, garibin, fakirin, mahkûmun annesine ait zihnindeki fotoğrafları bize gösterip bizim hayâlimizin de o gerçekliklere ulaşmamıza aracılık ediyor.

Garip kelimesi, bilindiği gibi, kimsesizlik, yalnızlık ve çâresizlik durumudur. Güneşin batışını (gurub) evinden, barkından, sevdiklerinden ve sevenlerinden uzakta bir yerde karşılayan insânın durumuna gariplik denir. Garipler öncelikle çâresiz, öncelikle yalnız, öncelikle özlemlerle doludurlar. Şâir bedenen ve rûhen garipliği yaşayan annenin gurbete saldığı yavrusunun arkasından yanık türküler söylemekten başka bir şey yapamadığını ifâde eder ve kelimelerle o çâresiz saatlerin fotoğrafını çeker:

İncecik yüzünde her akşamüstü     
Çizgi çizgi, nokta nokta bir efkâr

1855 yılından sonra, bilmediği yurtlardaki cephelerde savaşan, Millî Mücâdele’nin taçlandırdığı bağımsız devlet, haysiyetli millet olmanın bir parçası olan halkın, en sağlam kurumu ailedir. Türk soylu topluluklar, 1923-1960 yılları arasında belini doğrultmak, yoksulluktan kurtulmak ve sultanlara değil, Allah’a kulluk etmek bilgisi ve onuru ile tanıştı. Bâkiler, Sivas’ta Yoksul Çocuklar şiiri başta olmak üzere, ülkemizin yoksulluğuna ait tabloları, iğrendirmeyen fotoğraflarla tespit etmiş, kışkırtmayan bir duyarlılıkla şiirleştirmiştir.

Analar şiirinde, fakirin anası, analıktan gelen şefkatinin, merhametinin, fedâkârlığının yetmeyişinin ezici; yoksulluğun çıldırtıcı gerçekliği karşısında, yalnızca ağlayabilir ve o sırada da “hem doğduğuna pişman olur hem doğurduğuna…”

Bir suçtan dolayı cezâsı kesinleşmiş insâna mahkûm denir. Hapishânedeki mahkûmların hayâtı, apayrı bir konudur. “Görüş” denilen her ziyârette insanlar bir sosyal görevi yerine getirirlerken, anneler hapishânedeki oğlu veyâ kızı için hem açıktan hem gizliden gözyaşlarına boğulurlar. Hele hele, annenin evlâdı, bir tuzak, bir hukuk veyâ gençlik hatâsı yüzünden hapishânede ise, o kadının hem beden hem de ruh sağlığı bozuluyor. Suçu ne olursa olsun, hangi cezâyı almış olursa olsun bir annenin yüreğinde sevgi ve şefkat, merhamet ve himâye duygusu eksilmez. Her insan “suçlu sayılmayı”, ya reddeder ya inkâr eder veyâ başkasının üzerine atmaya çalışır. Çocuklarının başarısızlıklarının veyâ “hukuk adına cezâlandırılma”ların arkasında kendilerinin de payı olduğunu düşünmek annelik duygusunun bir boyutudur. Şâir, annedeki bu duygu boyutunun, insanlardan utanma ve kaçma derecesinde bir sorumluluk duygusunun varlığını düşünülmesine sebep oluyor.

Bâkiler, bütün şâirler gibi duygularındaki depremlerin çilesini yaşadığını saklamaz; onun şiirini, en mutlu anlarında bile, özlemlerin burukluğu, ‘bu ânın tadı ve büyüsü bozulacak’ korkusu ve hüznün, melâlin, baskılanmışlığın verdiği patlamalar örer.

Şâirin annesi ile bağları ise, çok farklıdır. Başka bir şiirinden aldığım şu çığlık Bâkiler’indir:

Gün değil, ay değil böyle her sene                                                                             
Tenha sokaklara savruluşum ne?                                                                                     
Seni arıyorum deli divane                                                                                                     
-Anne! Anne! Anne

Şâirin çocukluğuna giden zihni annesiyle kendi arasındaki bağları bize fısıldamasına imkân verir. Anneler, çocuklarını üçüncü gözleriyle görür de üşümesin diye geceleri açılan yorganlarını örterler. O el, üçüncü gözle bağlantılı olarak, hayâl ile gerçek arasında bir sessizlik ve özgörev anlayışıyla işini yapar: Demiştim ya, analık duygusunun bütün özelliklerine işâret ediyor:

Açılsa üstüm biraz, duyar da gece yarısı                                                             
Kalkar yatağından gelir.                                                                                             
Bir mübârek el uzanır yorganıma usulca

Merhamet, şefkat (“bir sıcaklık”), sevgi (“yavrum”), himâye (duaların yardımını alan korumacılık) fedâkârlık (gece yarısı uykusundan, huzurundan fedâkârlık), Türk soylu halkların hepsinde tek tanrı dini kamlıktan kalma “el almak”,” el vermek” bir özel yeterlilikle “şifacılık” yapmak, “ocak“ olmak deyimleri, bu deyimlere bağlı inanış ve uygulamalar var.

(DEVAM EDECEK)