Yazar, Şâir, Edip ve Hatip
YAVUZ BÜLENT BÂKİLER’İN ARDINDAN
Şiir Sanatının İmkânlarıyla Annelik Duygusu (ONUNCU SON BÖLÜM)
İnsan zihni genellemeyi çok seviyor; hâlbuki en tehlikeli hüküm verme yolu her şeyi bir torbaya doldurmak, herkesi aynı terazi ile tartmaktır. Bu tehlikeli duruma karşılık bir söz sanatı var ki onu kullanırken tehlike aklınıza gelmez: Tekil olanı veyâ tekil gibi söyleyerek çokluğu/çoğunluğu kastetmek, düşündürtmek, çok olana bağlı çağrışımlar oluşturmak, mecâz-ı mürsel sanatını oluşturur. Bu türden genellemeler mâkul, meşrû ve mecazlı ifâde sayılır. Bir örnek de bunun için vermeliyiz:
Şâir garibin anası, fakirin anası, mahkûmun anası ifâdeleriyle de onlara benzeyen annelerin durumlarının zihnimizdeki çağrışımları uyandıran bir etki sağlamıştır. Garip kelimesinin birkaç anlamını aynı anda kastetmek yoluyla bir îham sanatı[1] yapılmış ve bir bediî tefekkür iklimi oluşturulmuştur. Diğer yandan “Bilirim anamın elidir” mısraının “mübârek el” ibaresine bağlanmasıyla hem Fatıma Ana’mızın eline telmih hem de şefkat anlamında îham sanatı oluşmuştur.
İnsan sevmek ve sevilmek için yaratılmıştır. Sevme çileli bir iştir. Sevenin sevilenden beklediğini bulamadığı hallerde de kırıldığı, darıldığı hattâ küstüğü durumlarda da, aklının ipi, gönlünün elinde ise, biz buna sevda diyoruz. Sağlıklı sevgiler, sağlıklı gönül iletişimleri demektir. Bedenin ve rûhun tatmin olması, bu sağlıklı sevgilerin, sağlıklı iletişimlerle sürdürülebilmesine bağlıdır. Sağlıklı sevgilerde evlat denilen armağan birkaç işlevi birden görüyor: Aile adının hayırla ve şerefle yaşatılmasına vesile olması; anneye veyâ babaya yahut her ikisine birden yeterince yaşanamamış güzellikleri keşfetme ve bununla mutlu olma imkânı sağlaması…
Aşk denilen yoğun çekim gücünün sağlıklı sevgiye dönüştürülmesinin en özel ve güzel göstergeleri, taraftarlardan birinin, diğerine, duygularını örtülendirerek, dolaylı yoldan anlatmasıdır.
Şâirin duygularını dolaylı söylemeye çalıştığı kadınla ilgili ifâdelere geldik: Zariflik, mahcupluk ve töre, bir Türk erkeğini karısını överken ve onunla övünürken kelimeleri titizlikle seçmeye zorlamaktadır. Şâir ‘Ben bu hanımı başkalarının göremeyeceği rûhî servetlere sâhip olduğu için sevdim’ demiyor, “Ben, yüreğimi teslim alan bu kadını, iffeti, şefkati, muhabbeti, merhameti, fedâkârlığı sabrı ve tahammülü için sevdim” diyemiyor… Şâir, önce saklanıyor ve mutluluklarının sebebinin yavrusu olduğunu ifâde ederek eğer yavrusu olmasa yaşama sevincini hayâta bağlılığını kaybedip, gölgeli hattâ karanlık bir dünyâya yürüyebileceğini düşündürüyor. Şâirin olumsuzlukların yıktığı bir insâna dönüşmesine izin vermeyen gizli gücün, özel gerçekliğin y a v r u l a r ı nın anasının olduğu hususu ise, dolaylı olarak ifâde ediliyor. Şâir, eskilerin hüsn-i ta’lil dedikleri bir söz ve anlam sanatıyla diyemediklerini başka bir gerçekliğin üzerinden ifâde ediyor: Şâir, başı diklik, dirlik, mutluluk, yaşama arzu ve ümidi ve aile düzeni ve aydınlık veren çocuklarının anasını, bütün kalbiyle ve vicdanı ile sevmektedir. Bunun sebebi ifâdelendirilirken, bediî tefekkür oluşturulması sağlanırken hüsn-i ta’lil sanatından yararlanılmıştır.
Nazımlar, okuyandaki/dinleyendeki örtülenmiş duyguları ortaya çıkarma, kendisindeki merhametin uyarılmak yolu ile başka varlıkların bâzı halleriyle bütünleşme imkânı veren bir özel çağrıdır. Bu çağrı, insânın duygu, düşünce, hayâl ve ilham ile zevk dünyâsında sakladıklarına aracılık ettiği için bir bakıma psikoterapi yapar… Şâirler, bunalan ruhların sözcüsü, sosyal vicdanın, millî rûhun, ortak aklın ve kibir ile adâletsizliğin kirletmediği ahlâkın bekçileridir.[2]
Her nazım (şiir, şarkı, türkü, ağıt) okuyan ve dinleyende, çok özel uyarımlarla suya atılan bir taşın oluşturduğu halkaları gibi duygu hayâl ve fikir dalgalanmalarına sebep olur. Annesinin sevgisine doyamamış veyâ annesinden çok uzakta yahut annesi berzahta olan insanlar, Yavuz Bülent Bâkiler’in, gözleri nemlendiren bu şiirinde kendilerini bulacaklardır.
Târihin rûhunun, toprağın rûhunun, ataların rûhunun imdat seslerini duyup, onların istedikleri uğrunda, sağlığını, huzurunu, malını ve canını ortaya koyan insâna, kahraman derler. Kahramanlar, millî bilincin çekilmiş kılıcıdır. Târihin, toprağın, ataların ruhlarına ait çığlıkları; yaşayanların inilti, ağıt ve mutluluk ezgileri şuurunda yankılananlar da az değildir. Bu yankıları âhenkli söze, bediî tefekküre dönüştürenlere şâir derler. Şâirler, millî duyarlılığa ait ifâde kılıcını âhenkle kullanan, niyetleri kalb ve vicdan sâhiplerine seslenmek olan uyarıcılardır. Onlardan biri olan, 28 Eylül 2025 Pazar günü Rahmet_i Rahman’a kavuşan Yavuz Bülent Bâkiler’i hürmet ve rahmetle anıyorum. Mekânı cennet olsun. (BİTTİ)
[1] İki veyâ daha fazla anlamı olan bir kelimeyi, bir mısrada veyâ mısralar kümesi içinde bütün anlamlarını kastederek kullanmak îham; îhama sebep olan kelimenin, başkaca kelimelerle de bâzı alâkalar dolayısıyla zihnî uyarımlara yol açacak şekilde bir arada kullanılması ise, îham-ı tenâsüp adını alır.
[2] Son yüzyıllık dönem içinde, milletin güvenliği ve huzûru ve dirliği bütünlüğü; devletin bağımsızlığı ve itibârı uğrunda 400.000’e yakın her rütbeden asker ve jandarma, polis, öğretmen, sağlık görevlisi şehit oldu. Bu insanlar ya cephede ya sivil görev yerinde ya da yaralı getirildikleri hastahânede şehit oldular. Şâirler, “künyesi gelmek” deyiminin anlam yükü hakkı için, “kınalayıp gönderdiği kuzu”suna ağıt yakan analar hakkı için, gözü yaşlı, ciğeri yaralı şehit yakınları hakkı için, Kur’ân’da Allah’ın, hadîslerde Resulullah’ın ilan ettiği şehitlikle ilgili hikmetler hakkı için, şiir yazmalı… ’ Şâirler, vatanın bütünlüğü, milletin dirliği esenliği, devletin bağımsızlığı için şehit olanların analarının, hem yüreğinin fotoğrafını çekip bize göstermek hem de onları tesellî etmek niyetini, şiire taşımalı’ diye düşünenlerdenim.