Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

[email protected]

Asker, Siyâsetçi ve Fikir Adamı Mehmet Şevki Yazman Hakkında İki Eser

(Birinci Bölüm)

1-FİLİSTİN İÇİN ÇARPIŞTIĞIMIZ GÜNLER

Târih dalında Dr. unvanına sâhip olan Volkan Yaşar’ın yayına hazırladığı, 13 X 20 santim ölçülerindeki 214 sayfalık eser, Mehmet Şevki Yazman, hayatta iken tefrika hâlinde yayınladığı hâtırâları derlenerek oluşturulmuştur.

1896 Elazığ doğumlu Mehmet Şevki Yazman, Teğmen rütbesinde bir istihkâm subayı olarak Birinci Dünyâ Savaşı’nda Çanakkale Cephesi’nde savaştıktan sonra Filistin Cephesi’nde vazifelendirilir. 1918’de üsteğmenliğe terfi eder. Çok sayıda madalya ile taltif edilir. Yüzbaşı rütbesini aldıktan sonra 1927’de başladığı tahsilini Elektrik ve Makine Mühendisi olarak tamamladı. 1945 yılında Albaylığa terfi etti. 1950-1954 ve 1954-1957 yıllarında iki dönem hâlinde Demokrat Parti’den milletvekili seçilerek TBMM üyesi oldu. Aynı zamanda verimli bir yazardır. 1974 yılında vefat etmiştir.

Mehmet Şevki Yazman, 1917 yılında Alman Ordusu’nda Orta Doğu’daki işgalci İngilizler ve Fransızlarla çarpışmak üzere Filistin Cephesi’ne gönderilir. Yolculuk Almanlar yönetiminde ve askerlerin, koyun nakline uygun olan vagonlara 40 kişilik gruplar hâlinde doldurulması ile başlar. Lokomotif, kömür yerine odunla çalıştığı için yolculuk yakacak temini için kesintilerle devam eder. Yol üzerindeki şehirlerde beklemeler, yiyecek ve barınma sıkıntısı, sıcak havanın ve gıdasızlığın oluşturduğu sıkıntılı günler hayli uzun sürer. Mâcerâlı bir yolculuktur:

İsrâil’in Kuzeyindeki Afula şehrinde: yemek ve içmekte kıtlık başladı. Artık şeker, kahve, peynir gibi şeyler bulamıyorduk. Et de azalmıştı. Senelerden beri yiye yiye kanıksadığımız bulgur bile azalmaya başladı. Müthiş darlıkta idik… Derken Afula’daki kıta kumandanı bizim bölük kumandanının sınıf ve mektep arkadaşı çıktı. Ambarında ne kadar ‘erzak-ı nâdire” varsa bize onlardan birer miktar verdi. Yirmi dört saat bayram yaptık.

Bundan cesâret alarak daha büyük bir işe giriştik. Cepheye yaklaştıkça, yâni Yafa civarlarına geldikçe o canım Yafa portakalları da bollaşıyordu. Gel gidelim bizde alacak para yok. Daha doğrusu Arap bunları ‘hacer bara’ dediği mâdenî para ile satıyor. Vakıa koca portakalın her biri birer meteliğe yeriliyor ama biz meteliğe kurşun atıyoruz. Öyle bir hâle geldik ki fenâ beslenmeye, dehşetli imrenmemize rağmen tek portakal alamıyoruz.

Buna karşılık bizim bölük müstakil olduğu için bir de sandığı ve bunun içinde o vakit için muazzam telakki edilecek bir para yani 150 lira kadar gümüş ve altın para var! Bu paralar ta Balkan Harbi zamanından beri şehit düşen birtakım askerlerin ve zâbitlerin emânet paraları... Bizdeki mâlûm formalite ve kırtasiyecilik yüzünden bir yere teslim edilmemiş, yüzbaşının üzerinde görünüyor. Bu paradan borç olarak bir miktar almayı Halep’te ve Şam’da birkaç defa denedik. Cephede maaşın bir kısmı gümüş olarak verildiği için o vakit borcumuzu ödeyemeyeceğimizi söyledik. Pek dürüst ve titiz bir adam olan yüzbaşımız böyle bir şeye asla yanaşamayacağını bildirdi.

Fakat Afula’da parasızlık, açlık ve hele portakalsızlığa artık dayanamaz hâle geldik. Cepheye de şunun şurasında iki üç günlük mesâfe kalmıştı. İlk maaştan borcumuzu ödeyebilirdik. Bölükteki üç mülazım söz birliği ettik. Yüzbaşının karşısına bir miktar borç para istemek azmiyle çıktık.

Yüzbaşı bizim yarı isyankâr hâlimizi anladı. Başını kaşıdı, düşündü, taşındı ve nihâyet şu kararı verdi:

-Eh, pek istemezdim ama mâdem ki bu kadar sıkıntıdasınız, ilk maaştan ödemek kaydıyla birer senet yapın, birbirinize de kefil olun, her birinize beşer kuruş ödünç para vereyim.

Şimdi düşünüldüğü zaman gülünç telâkki ediilen bu rakama biz o vakit çok sevinmiştik. Beş kuruş, o vakitteki râyice göre, yirmi adet Yafa portakalı demekti. Birer senet yazdık, birbirimize kefil olduk ve beşer kuruşlarımızı aldık. (s: 63, 64)                                                                                                           (DEVAM EDECEK)