Cepheye varıldığında sıkıntılar ve sürprizlerle karşılaşılır:
Kalkiliye’ye 1918 senesi Mart ayının ilk günlerinde ve akşam karanlığında vardık. Kudüs ve Yafa çoktan düşmüştü.
Cephe çok yakın, top ve tüfek sesleri rahat rahat duyuluyor.
Hava Mart ayının başında olmamıza rağmen ılık ve pek üşünmüyor. Fırkamız Kalkiliye’de ve hayli ileride olduğu için telefonla irtibat tesisine, emir almaya uğraştık. Bir türlü mümkün olmadı. Çadırlarımızı kurdurup istirahate geçelim dediğimiz sırada telefondan yüzbaşıyı çağırdılar. Ona birtakım emirler vermişler. O da geldi, biz yorgun argın istirahat düşünürken fırka karargâhının, Yafa yakınlarında Mülebbes Yahudi kolonisine gideceğimizi tebliğ etti.
Bereket versin biraz yemek hazırlatmıştık. Bölük yemeğini yedi. Biz de biraz dinlenmiş olduk. Telefon merkezindeki postalardan birini önümüze kattılar. Karanlıkta yola çıktık. 15 kilometre yol yürüdük. Sabaha doğru güzel kokulu, bahçelik gibi bir yere geldik. Fakat artık ne güzel kokuyu duyacak ne bağı bahçeyi hissedecek hâlimiz kalmıştı. Yorgunluktan bitik ve harap hâle gelmiştik. Tam yirmi dört saattir yürüyüş yapıyorduk. ‘Burada bekleyeceksiniz’ dedikleri zaman soğuğa, hafif ıslaklığa rağmen hepimiz uyumuş kalmışız...
Ortalık aydınlandığı, güneş çıkmaya yüz tuttuğu vakit cephede başlayan tüfek ve makineli tüfek ateşleriyle gözümü açtım. Uzun müddet neredeyim, neyim? ‘Öldüm mü, yaşıyor muyum, yoksa şehit oldum da cennete mi girdim?’ diye derin derin düşündüm. Varlığımı ve yaşadığımı tahkik için elimi kolumu oynatmaya, kendimi yoklamaya mecbur oldum.
Cenneti düşünmekte haklı idim. Üzerinde hem portakal ve hem yabani çiçek bulunan bir portakal bahçesinin parlak yapraklı manzarası ve bayıltıcı kokusunu dünyâda hiçbir güzellik ile mukayese etmeye imkân yoktur. Bunu ancak hayalimizdeki cennete benzetebiliriz. Hele o çiçek kokusu hele o portakal çiçeğinin hafif, şahâne kokusu Paris marka en lüks esansla dahi kıyaslanamayacak olan kokusu ilkbaharın bu latif gününde hepimizi mest etmişti. (s: 66, 67)
Askerlerimizin kılık-kıyafet konusunda da noksanları vardır:
Askerlerimiz, İngiliz ölüleriyle esirlerinin çizme ve fotinlerine, kılık kıyafetlerine gıpta ve hasetle bakmaktan kendilerini alamıyorlardı. Birçok Türk zâbitinin, hatta tabur kumandanının ayakkabı bulunmadığı için çarıklarla bu kızgın kum ve taşların üzerinde gezdiklerine şâhit oluyordum. Neferler ise ya çıplak ayakla geziyorlar yahut partal paçavralarla ayaklarını sarmış bulunuyorlardı.
Ağustosta malaryadan (sıtma) verdikleri fazla zâyiat dolayısıyla 19. Fırkayı dağlık bir mıntıkaya almak icap etmişti.
Fakat bu değişiklik diğer bir felaketi getirdi. Sâhil mıntıkasında çıplak ayakla gezmeye alışmış bu fırka, dağlık mıntıkaya yerleşince keşif kolları kanlı ayaklarla ve âdeta kötürüm gibi yürümeye mecbur oluyorlardı.
Aydın fikirli, derin görüşlü ve mert sözlü Arap şeyhinin Mehmet Şevki Yazman’a söylediği dikkate değer ve üstelik Türkçe sözler:
Bey, siz ve biz, Türkler ve Araplar ikimiz de hatâ ettik. Siz hatâ ettiniz. Çünkü bizler, yâni Arap evlatlarınız artık büyümüştük, reşit olmuştuk, ev açmak, evlât ve ayal sâhibi olmak istiyorduk. Muhtâriyet, istiklal istiyorduk. Siz otoriter bir baba gibi bunu anlamadınız. Bizi azarladınız. Bizi; yetişen, ayrıca ev açmak isteyen evlâdınızı gücendirdiniz, kendinizden uzaklaştırdınız. Biz Araplar da hatâ ettik. Bizi azarlayan ve cezâlandıranın babamız olduğunu unuttuk, isyan ettik... Bugün iş işten geçmiştir. Siz gideceksiniz. Ama siz gittikten sonra bizim hâlimiz nice olur? Bunda mütereddidim. İngiliz, Fransız dediğin bir Müslüman milleti değildir. Bugün sizin düşmanınız olduğu gibi kendileriyle birleşsek bile yarın bizi affetmeyecekler. Şu Yahudileri çoğaltacaklardır. Evet, bugün güzel, avuç dolusu altın alarak arazimizi satıyoruz. Fakat yarın arazi kalmazsa neyi satacağız? Bizi satın alıp esir edecekler. Ecir hâline koyacaklar. Bizim istikbâlimiz budur. Benim korkum da bundandır. Ama iş işten geçmiş, baba ile oğul birbirine küsmüştür.
Eser, buna benzer ve okunmaya değer olaylarla sona eriyor.
Mehmet Şevki Yazman’ın değerlendirmesi de dikkate şâyandır: ‘Elli milyon Arap, sekiz yüz bin Yahudiyle başa çıkamadı. Aksine olarak onları yâni Arapları karşılarına alarak kendi mevcudiyet ve devletlerini tasdik ettirdi.’
Tasdik ettirmekle yetinmediler, 1967 Altı Gün Savaşı'nda İsrail Filistin topraklarını işgal etmeye, Mayıs 2023’te ise, Filistin’i yok etme maksatlı katliama başladı. Katliam, Ekim 2025’te devam ediyordu… (DEVAM EDECEK)