(03 Kasım 1839)
‘Tanzimat Fermânı’ olarak da bilinen Hat-ı Hümâyın Sadrazam Mustafa Reşit Paşa tarafından hazırlanmış, Osmanlı Pâdişahı Sultan Abdulmecid Han’a imzalattırılmıştır. Gülhâne Parkı’nda okunduğu için ‘Gülhâne Hat-ı Hümâyunu’ olarak anılır.
Tanzimat, Arapça bir kelime olup Türkçe karşılığı: ‘düzenlemeler’dir. Ferman kelimesi ise: pâdişah tarafından verilen yazılı emir, buyruk anlamındadır. Tanzimat Fermânı, ‘Tanzimât-ı Hayriye’ olarak da anılır. 3 Kasım 1839 tarihinde okundu. Fermanın maksadı; Osmanlı Devleti’nin sosyal, siyâsî ve ekonomik yapısını, batılı ülkelerin benimsediği ölçülere uygun hâle getirmekti.
Osmanlı Devleti; yönetimi altındaki azınlıklara, her türlü hakların kullanılmasında son derece âdil davranıyordu. Fakat görünürde, tanınan hakların belgeye dayandırılması, zâhirde ise Osmanlı’nın gücünü zaafa uğratacak daha geniş haklar verilmesi, özellikle İngiltere tarafından seslendirilen bir düşünce idi. Sadrazam olmadan önce Londra’da büyükelçi olarak görev yapan Mustafa Reşit Paşa’nın İngiliz hayranı olması, batılı ülkelerin işini kolaylaştırdı.
Tanzimat Fermanı ile etkisini günümüzde de devam ettiren batılılaşma hareketi başlatılmış oluyordu. Yaşanan ve çözümünde zorluklarla karşılaşılan problemler sebebiyle batılılaşma, bir ihtiyaç olmakla birlikte, uygulamada batı taklitçiliği ağır basınca, batılılaşma hareketleri zararlı sonuçlar doğurdu.
Hatâ, şuradan geliyordu: Batının hâl-i hazır durumu aynen alınıyor, yâni taklit ediliyor, hâl-i hazır duruma nasıl geldiği düşünülmüyor, araştırılmıyordu. Zararlı neticeler, kendilerini münevver olarak tanımlayan kesimlerin, halk kitlesi arasındaki düşünce ve yaşayış farklılıklarının, tabakalar arasında fay kırıklarının oluşması şeklinde gelişti. İlericilik – gericilik ayırımı o dönemlerin ürünüdür. Bir başka sonuç da azınlıklar lehine dışarıdan yapılan maksatlı müdâhalelerle sosyal yapının âni ve zorlama suretiyle değişikliğe uğramasıdır.
Tanzimat Fermanı’nın ilânından sonra, batı kültürü ile yetişmiş, millî ve İslâmî bilgilerden uzak yöneticilerin yanlış uygulamaları ile Osmanlı Devleti’nin güç kaybı hızlandı.
Tanzimat Fermânı; tek bir cümle şeklinde kaleme alınmakla birlikte, beş ana bölüme ayrılır.
Birinci bölümde: Osmanlı Devleti’nin kuruluştan îtibâren yalnızca şeriat kanunlarına uygun hareket edildiğinden devletin kuvvetli, halkın kalkınmış olduğu,
İkinci bölümde: Son dönemlerde devletin zayıflamış olmasının sebebinin dîne ve kanunlara aykırı hareket edilmesinden kaynaklandığı,
Üçüncü bölümde: Devletin güçlenmesi için yeni düzenlemeler yapılması gerektiği,
Dördüncü bölümde: Yeni düzenlemelerin ana prensiplerinin ne olacağı belirtilir.
Ana prensipler üç başlık altında toplanır: 1- Müslüman ve gayrimüslim bütün vatandaşların can, mal ve nâmus güvenliği devlet tarafından sağlanacaktır. 2- Vergi; düzenli ve âdil bir şekilde belirlenip toplanacaktır. 3- Askerlik düzenli bir şekilde yapılacaktır.
Beşinci bölümde: Kanunların nasıl yapılması gerektiği anlatılır.
Tanzimat Fermanı gereğince: Ceza Kanunu, memurlarla ilgili İdâre Kanunu, Vergi Kanunu ve Ticâret Kanunu hazırlandı. Vergi Kanunu’ndaki çarpıklıklar sebebiyle gayrimüslimlere bir nevi muhtariyet verildi. Müslümanların vergileri devlet tarafından toplandığı halde gayrimüslimlerin vergisini kiliseler topluyor ve denetimsiz olarak harcanabiliyordu. Bu imkândan yararlanarak Ermeniler ve Rumlar teşkilâtlandılar. Her teşkilât silâhlandı ve Osmanlı’ya karşı önce gizli, sonra da açık çalışmalar gerçekleştirdiler. Azınlıklara verilen haklar sebebiyle; Rusya; Ortodoksları, Fransa; Katolikleri ve İngiltere ise Protestan Hıristiyanları himâyeleri altına aldı. Bu insanların, vatandaşı oldukları Osmanlı Devleti’ne değil de kendilerine hizmet etmelerini sağladılar. Böylece devletine düşman bir vatandaş kitlesi oluştu.
Halkın nazarında Tanzimat Fermanı şöyle yorumlanıyordu: ‘Bundan sonra gâvura gâvur denilmeyecek.’
Tanzimat Fermanı’nı hazırlatanlar, hedeflerine ulaştılar: Osmanlı Devleti önce zayıfladı, sonra yıkıldı. Osmanlı Devleti ile birlikte Tanzimat Fermanı da târihe karıştı. Fakat Fermanı hazırlayan zihniyet hâlâ diriliğini koruyor. Zihniyetin diriliği Türkiye Cumhuriyeti’ne zarar veriyor. Çalışmalar o yöndedir. Devleti yönetenlerin devlete sâhip çıkmaları, daha şuurlu ve gayretli olması gerekiyor.
Devleti yönetenler, elbette devlete sâhip çıkıldığını, şuurlu ve gayretli çalışıldığını iddia edeceklerdir. Hiç kimse, ‘ben bu işi beceremedim veya beceremiyorum’ demez. Herkes; özellikle siyâsîler yaptığı işten memnundur ve en âlâsını yaptığını iddia eder. ‘Görünen köy, kılavuz istemez’ atasözü, onlar için ‘yok’ hükmündedir. Haksızlık da edilmemeli. Ya görme ve idrak özürlüdürler veya doktorlarının verdiği pembe gözlüğü kullanıyorlardır.