(ALTINCI BÖLÜM)
Şairler ve yazarlar, toplumdaki çürümeler karşısında çığlık atanlardır. Her okuyucu, özellikle de araştırıcılar, şair ve yazarların, hayat hikâyelerini de, hangi toplum tabakasına hitap etmeyi ısrarla sürdürdüğünü, hangi ideal ve/veya ideolojilerin sözcüsü olduğunu da bilmek isterler, biyografilerini de. Bazı Avrupalı araştırıcılar, şair ve yazarların densiz ve/veya suça meyilli olduklarını; kendilerini kitap aracılığıyla kurtarmaya çalıştıklarını; sıkılganların, cânilerin bunların arasından çıktığını söylüyorlar. Şairin, tahkiyeli eser yazarlarının, iç dünyalarını hastalıklı olarak tanımlamak, yanlış bir değerlendirmedir. Onlar, gören ve göstermeye çalışırken heyecanlı ve cesur olan, duyarlıklı insanlardır. Patavatsızlıkları ise, herkeste olandan iki-üç tık fazladır.
Edebiyat sosyolojisi, neleri, niçin, kimlerin okuduğunu veya seyrettiğini; kitapların basılmasına veyahut filme çekilmesine nelerin sebep olduğunu araştıran, toplumun nabzını tutan bir bilim dalıdır. Bu araştırma alanı, anlatmaya çalıştıklarımın yansımalarını araştıran, meraklar dizisi. Buna Sovyetik sistem çok önem veriyordu. Komünist Partisi, istediği şeyleri okutarak, benimseterek yönlendirdiği için istediği kitapları istediği sayıda bastırıyordu.
Yazarın, şairin ne dediği, niçin dediği, nasıl dediği önemli; okuyucunun neyi, nasıl anladığı çok önemli değil mi? İşte Edebiyat Sosyolojisi bunun peşinde. Anketler, soruşturmalar, kitap satışları, reklamlar, ödüller, fan kulüpler aracılığıyla “İnsanlar neyi okuyor, ne ölçüde etkileniyorlar?” sorularına cevap arıyorlar. Bütün dünyada, toplumun nabzını tutmak, eğilimlerini öğrenip ticaret için kullanmak veya istediği değer ve davranışları telkin etmek için bu cevaplara ihtiyaç var. Tarafsız araştırma ve yorumlar değerlidir. Bu cevaplara rağmen, kendi ideal ve ideolojilerine uygun eser yazdırmak, bazı yazarları öne çıkarmak gibi iyi niyetli olmayan kapitalist çabaların etkisine ve ataklarına da işaret etmeliyim.
Allah oku dediği hâlde insanlar artık Rabb’in kitabını da, insanların yazdıklarını da az okuyor. Okuyarak veya yazarak bilgi ve bilgilendirme artırılmalıdır. Toplumun değerleri, davranışları, yanlışları ve doğrularıyla geçmişteki macerası, tarihçinin; yaşamakta olan yapılar sosyologların işi. Toplumun en eski kalıntıları çözmek arkeolojinin işi. Toplumun içindeki yanlışlar da dâhil, kendi benimsediği ile yetinenlerin dünyasını anlatmak etnologların işi. Bizim alanımız, kelimelerle var edilmiş edebiyattan sayılan eserlerin dünyasıdır. Edebiyat bilimciler edebiyattan sayılan metinleri, çözümlemekten sorumludur. Edebiyat araştırıcısı, ele aldığı metinleri ya tahlil eder, ya yorumlar. Yeterli olanlar, ikisini birden yapar.
Türkçenin en eski kelimelerinden biri ’öz’. Şair, romancı, hikâyeci eserinin özü ile okuyucunun, dinleyicinin kapısını çalarak muhatabının iç kalesine girmeyi deneyen insandır. Edebiyat biliminin zor kısmı kelimelerin dil incelikleriyle bezenip can ve ruh kazandığı metinlerin can evine girilmesi, tahlil edilip hükme bağlanmasıdır. Bunun için anahtarları bilmek gerekiyor.
Kıssalar, Rabb’in insan ruhunun kapısını çalmasının, öze dokunmasının tahkiyeli örnekleridir. İmbiklenmiş beyanlar olan vahiy adlı hikmetler, Rab katındandır.
Vahiyden sonraki basamakta, duygularını bezeyen güzellikleri söze dökerek paylaşma cesareti gösteren, ilham sahibi şairler oturuyor. İlham, gönle, kalbe, şuur alanına ışık, ses veya koku dalgası olarak gelen bilgi nitelikli uyarımlardır. İlhâmı anlatmak için, üç kelimeye değinmeliyim: (DEVAM EDECEK)