Her köşe başında bir üniversite, kötü mü, diyenler çıkacaktır!..
Ben, üniversiteden söz etmek istiyorum, köşe başından, sokak lâmbasından, mumdan, fenerden değil!..
Kandiller de ışık saçar ammâ uzun sürmez!..
Çevrenize bakın…Öylesine bakış değil!.. Temâşâ ederek bakın!.. Tenkitçi gözle bakın!..
Temizliğe bakın…Nezâkete bakın… Mîmârîye sakın!.. Tarihî eserlere sahip çıkmaya bakın!..
Denize, karaya, havaya- ulaşabildiğiniz kadar gökyüzünün derinliklerine bakın!..
Bilmem ki, bu bakışlardan ne demek istediğimi anlatabilmiş miyim?!..
Biz, hâlâ, bin-bin beşyüz senemizi hattâ daha yakına gelip yüz-yüz elli senemizi tartışıyoruz ve hiçbir neticeye varamıyoruz da onlar, bin sene önceki p(i)lânlarını uygulamaya koyuyorlar!..
Neredeyiz!? Söylemek istediğim, anlatmaya çalıştığım, budur!
İşte, bunun için…
Milliyetçilik, düşünmek’tir, diyorum!..
Milliyetçilik…şiir’dir, diyorum!..
İşte, bunun için…
Milliyetçilik… matematik’tir, diyorum!..
Kütüphâne’dir, laboratuar’dır, diyorum!...
Siz inanmayın ve gidin, boş beyinlere kuru hava basın!..
Sahih-i Buhârî’de şöyle diyor: “Ubeyde İbn-i Kâ’b radiya’llâhu anh’den, Resûlu’llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem ‘in: Şi’irden bir kısmı şüphesiz ki hikmettir (ibret-âmiz bir levhadır) buyurduğu rivâyet olunmuştur.
Bu hadisi Buhârî şi’ir ve recez inşâdından ve bunlarla tagânnîden câiz ve mekruh olanlara dâir açtığı bir bâbında rivâyet etmiştir. Şi’ir lügat i’tibâriyle bir şeyi zekâ ve fetânetle iyice anlamak ma’nâsınadır. Ve ilimden ehastır. Istılâhda kasd ve irade ile bi’l-iltizâm söylenen vezinli, kâfiyeli sözdür.”
Maksadım, şiir-ilim tartışması değildir!.. Buluşmasıdır!.. Kaynaşmasıdır!..
İkisi de üst mertebedir, üst mertebededir!..
İnsan; kendisine verilen aklı, kendi icâdı gibi görmesin!..
İster şiir yolundan yürü ister matematik yolunu tâkip eyle, çıkacağın yer, aynı yerdir!..
Bak, gör ve idrâk et ki, aklı sana veren; senin iç-dış kemiyet ve keyfiyetlerini gözünün önüne serdiği gibi; kâinat denilen hâlâ sırlarının çözülmesinde mesâiler sarfedilen muazzam kıymetler mecmuasıyla, seni, nazarında, büyük bir değer kabul ettirmiştir.
Sana diyorum ki; elbette, kavminin/milletinin/ırkının kıymetlerine sahip olmakla; onlarla, iftihar etmekle haklısın fakat, yeter Mİ?
Adamlar; önüne, bir radyo koymuşlar, bir ‘cep denilen’, el telefonu koymuşlar…Bir bilgisayar koymuşlar, bir televizyon koymuşlar…
Biz…ben, sen, o…bunların kullanılmasında bile yeterince ‘bilgi’ye sahip değiliz!..
Sosyolojik/ ırkî ve kavmî mânada elbette ki, milliyetçiyiz!..
Dînî/îmânî mânada da elbette ki, temiz Müslümanız!..
Amennâ!..
Peki; iş bu kadarla hâlloluyorsa, Kâinatın Hâkimi Allahü Teâlâ, bize niçin akıl vermiştir ve niçin “aklınızı kullanın, düşünün” diye emir ve nasihatta bulunmuştur, söyler misiniz?
İşte… CİNNET, burda başlıyor!...
Hâlâ, p(u)rofesörler, evet p(u)rofesörler, abdest alırken ayakların yıkanıp yıkanmayacağının “farz” olup olmadığını anlatıyorlar. Hem de televizyonda!..
Oruçluyken çimersen, oruç bozulur MU, hocam, diyen yirmilikler yanında, inanın ki, yetmişlik seksenlikler bile var!..
Vahlanmakta birinci olduğumuzu da ifade etmeliyim!..
İnandığımız şu mübârek Kur’ân’ı Kerîm, insanoğluna niçin indirilmiştir ve ne söylüyor, deyip, hiç düşündük MÜ?
Ağlamak istiyorum!... Tıkanıyorum!!! Beni bağışlayın!..