Murat YILDIRIM

Emekli Vâli - Yazar

[email protected]

Aramızdaki Fark (1) Nedir?

WhatsApp gruplarında sıkça paylaşılan, “Aramızdaki Fark" başlıklı, zengin ve fakir ülkelerin arasındaki benzerlik ve farklılıkları inceleyen, bazı tespit ile önerileri ihtiva eden kısa metinleri dikkatle okuyunca; son 10- 15 yıl içinde, uzak Asya, Orta Asya, Avrupa, Ortadoğu ve Afrika ülkelerine yapmış olduğumuz sosyal ve kültürel tanıma seyahatlerimizden mülhem tespit ve değerlendirmeler ışığı altında şu kritikleri yapmaya karar verdik.

Önce kısa metinleri, sonra da yorumlarımızı okuyup, tenkit ve tespitlerinizi ortaya koymanız yerinde olacaktır.

 

Yansıtmak ve... Eylem.

Zengin ve fakir ülkeler

arasındaki fark

ülkelerin yaşı değildir.

 

Mesela,

Hindistan ve Mısır gibi ülkelerin

ikibin yıldan fazla

geçmişi vardır

ve fakirdirler.

 

Öbür taraftan,

Kanada, Avustralya ve Yeni

Zelanda gibi

150 sene önce

isimleri bilinmeyen ülkeler

kalkınmış ve zengin ülkelerdir.

 

Doğal kaynakların

var olup olmaması da

zengin ülke

fakir ülke

arasındaki farkı yaratmaz !!

 

Japonya…

Ufacık bir adaya sıkışmış, %80 arazisi

tarıma ve hayvancılığa uygun olmayan bir

ülkedir ama aynı zamanda

dünyanın ikinci büyük ekonomisidir.

Ülke dev bir bir yüzer fabrika gibidir,

bütün dünyadan ham madde ithal eder,

sonra da bütün dünyaya

bitmiş ürün ihraç eder.

 

Diğer bir örnek,

Kakao yetiştiremeyen ancak dünyanın en

kaliteli çikolatasını üreten İsviçre dir.

4 ay da sürse de kısa yaz döneminde toprağı

da ekerler, hayvancılık ta yaparlar.

Bu yetersizlikte bile ürettikleri süt ürünleri

en iyi kalitededir.

Bu ufak ülke yansıttığı güvenli, düzenli ve

çalışkan ülke imajı sayesinde

dünyanın para kasası

olmayı da başarmıştır.

 

Zengin ve fakir ülkelerin

yöneticilerini birbirleriyle

karşılaştırdığınızda

aralarında önemli bir fark

bulamazsınız.

 

Irk ve deri rengi de

önemli değildir.

Kendi ülkelerinde

tembel olarak tanınan işçiler

aslında zengin Avrupa ülkelerinin

arkasındaki

ana üretici güçtür.

 

Peki....

O zaman aradaki fark

nereden gelmektedir?

 

Fark ;

Uzun yıllardır kültür ve eğitim

ile içlerine işlenen

değişik bakış açısıdır.

 

Zengin ve kalkınmış ülke

insanlarının davranışlarını

incelediğimizde,

büyük bir çoğunluğun şu

prensiplere kalben inandığını

görüyoruz....

 

1. Temel ahlaki kurallar

2. Dürüstlük

3. Sorumluluk

4. Kanun ve kurallara saygı

5. Başkalarının hakkına saygı

6. Çalışkanlık

7. Tasarruf ve yatırıma inanç

8. İrade

9. Dakiklik

 

Geri kalmış ülkelerde

nüfusun çok küçük bir azınlığı

bu prensiplere inanmaktadır.

 

Biz,

doğal kaynaklarımız olmadığı için

veya

doğa bize karşı zalim davrandığı için

fakir değiliz.

 

Biz,

doğru bakış açısına sahip

olmadığımız için

fakiriz.

 

Zengin ve kalkınmış ülkeleri

o noktaya getiren işlevsel

prensiplere uymak ve bunları

çocuklarımıza öğretmek

azmimiz olmadığı için

hala fakiriz.

 

Bu mesajı başkalarına göndermezseniz

ne size bir şey olacak,

ne köpeğiniz hastalanacak,

ne işinizden kovulacaksınız,

ne de yedi sene boyunca

lanetleneceksiniz.

 

Ama,

vatanınızı seviyorsanız,

bu mesajın mümkün olduğu kadar çok

kişinin eline geçmesini sağlayınız.

Ne kadar çok kişi

doğru prensipleri benimserse

o kadar çabuk düze çıkarız.

Hadi Kolay Gelsin !

1-Refah düzeyi yüksek ve kalkınmış ülkelerin yöneticileri ile fakir ülkelerin idarecileri arasında fark yoktur deniyor. Başka bir açıdan bakalım! Bugün hür dünyanın geneline baktığımızda, demokrasinin yerleştiği, hukukun üstün olduğu, gerçek bağımsız ve adil yargının hüküm sürdüğü, refah ülkelerindeki yöneticilerinden HESAP sorulabilmekte, yargı önüne çıkarılmakta, suç ve kusurları sabit olduğunda cezalar verilmektedir.

En çarpıcı son örneği, eski Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin yargılanıp 21Ekim 2025 de cezaevine gönderilmesi olmuş ve sonra Adli Kontrol ile serbest bırakılmıştır. Fakir ve gelişmemiş ülkelerin üst düzey yöneticilerinin hesap vermeleri, adil yargılanmaları ve cezalandırılmaları (seçim sandığında yenilmek dışında) pek az görülen olaylardır. Bizim güzel ülkemizin geçmişinde de "*dokunulmazlık zırhına* bürünerek ya da göstermelik yargılamalarla aklanarak, halkın arasına çıkamayan siyasetçi ve bürokratlar görmek mümkündür.

2- Açık ve gizli işsizliğin yaygın olduğu ( bizim gibi ülkeler dahil) memleketler de iş bulamayan, boşta gezen, tabiri caizse" kaldırım mühendisliği " yapan insanların; başta Avrupa ülkelerine gittiklerinde, son derece gayretli çalışkan olarak, ülkelerin ekonomisine, kalkınmasına hizmet ederek üretken oldukları bir sosyal gerçektir.1960 yıllardan itibaren başta Almanya olmak üzere, Avrupa ' ya giden gurbetçi binlerce işçi kardeşlerimizin, Avrupa ekonomisine nasıl olumlu katkılar sağladıklarını, yüzlercesinin de patron - işveren olarak hayatlarına devam ettiklerini görüyoruz.

3- Ekonomik ve maddi refah bakımından dünyaya örnek gösterilen ülkelerden Japonya, yüzde 80 i tarım ve hayvancılığa uygun bir coğrafyada olmamasına rağmen, üretimi ve disiplinli çalışmasıyla, dünyanın 2. büyük ekonomisine sahiptir. Yine diğer bir çarpıcı örnek ülke olan İsviçre; 4 ay gibi kısa süren yaz döneminde, verimli tarım ve hayvancılık yapan, en kaliteli tarım ürünlerini yetiştiren, aynı zamanda istikrarlı, düzenli ve " GÜVENLİ" bir ülke imajı sayesinde, dünyadaki birçok ülke ve milyarderlerin dövizlerini saklayan küçük bir ülkedir.

Demek oluyor ki doğal kaynakların yeterli olup olmaması da zengin ülke ve fakir ülke arasında büyük farklar oluşturmuyor. O zaman farklar nereden kaynaklanmakta ya da oluşmaktadır? diye bir soru sorulacak olursa, hangi kıstas ya da kriterleri ele almak gerekecektir.

4-Merhamet, insanlık, şefkat, edep, aile ve sosyal hayat vb. manevi hayat ve düşünce dünyalarını bir tarafa bırakacak olursak; zengin ve kalkınmış kabul edilen ülke insanlarının genel davranışlarını inceleyip gözlemlediğiniz de bazı genel geçer prensiplerin hayatlarına yansıdığını görebilirsiniz. Bu sayılan 9 adet hayat, iş ve çalışma düstur ve ilkelerine ilaveler yapmakta mümkündür. Bu kurallara göz attığımız da; dürüstlük, sorumluluk, kanun ve kurallara saygı, başkalarının hakkına riayet, çalışkanlık, tasarruf ve yatırıma inanma, iradeyi kullanım ve dakiklik gibi hemen her toplumda genel kabul görmüş hayat ve iş kurallarının olduğunu görmekteyiz. Gelişmiş zengin ülkelerde büyük çoğunluğun bu sayılan kurallara inandığını ve uyduğunu, geri kalmış tembel ülkelerde de çok az bir kesimin uyduğunu, çoğunlukla uyulmadığının tespitini yapabiliriz.

Ülkemiz bazında genel bir bakışla bir kritik yapacak olursak ne diyebiliriz? Doğal ve tarihi kaynaklarımızın yeterli olmadığı, yetişmiş insan gücümüzün- kaynağımızın eksik olduğu vb. gerekçelerle, gelişmemiş, ya da fakirlik ve yoksunluk çeken bir ülke miyiz? Elbette hayır! Dünya coğrafyasına ve ülkemize bir baktığımızda, yeraltı ve yer üstü her türlü kaynakların var olduğu, tarihi, kültürel miras olarak en zengin topraklarda oturduğumuzu, mimarı, mühendisi, teknik elemanı, akademisyeni ve bürokratik birikimiyle, yetişmiş kalifiye personeliyle kısacası her dalda yetişmiş uzmanların olduğu ülkemizde; maalesef arzu edilen seviyede kalkınma ve gelişmişlik düzeyine kavuşamadık. Örnek olarak zikredilen 9 adet prensiplere dikkatle bakıldığında ve incelendiğinde; hemen hemen tamamının mensubu olmakla şeref duyduğumuz Yüce İslâm Dininin, genel ahlak ve davranış kuralları ile birebir örtüştüğünü görüyoruz.

Her vesile kürsülerde, toplantı ve meclislerde, şanlı ve şerefli peygamberimiz ( s.a.v.) in " Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim" hadisi şerifini dilinden düşürmeyen bizler değil mi? Acaba nerede bir eksiğimiz var, nerede yanlış yapıyoruz diye fert, aile ve toplum olarak sorular sormamız, gerçekçi bir bakış açısıyla sorunlarımıza eğilip, uygun ve pratik çözümler bulmamız gerektiğine inanıyoruz. Gezdiğimiz ve gördüğümüz Batı'nın zengin ve kalkınmış ülkelerinde, yetişen nesillerine yukarı da sayılan iş ve hayat prensiplerini öğretmeye çalıştıklarını fakat bizim toplumumuz da böyle bir ciddi gayretin, azim ve kararlılığın yeterince olmadığını söyleyebiliriz. Sadece güzel ahlak, hayat ve çalışma kural ve kaidelerini bilmek, papağan gibi ezberden tekrarlamak YETERLİ olmuyor. Bizzat eğitim ve iş hayatımız da tatbik etmek ve yaşayarak yaşatmak gerekiyor. Yoksa " havanda su dövmeye" devam eder," Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur" tekerlemesine talim ederiz.

Vesselam…