Prof. Dr. Sadık Kemal TURAL

Akademisyen

[email protected]

Târih Kavramı Etrafında Cümleler

(ALTINCI BÖLÜM)

 

Târihçi, şahısları, devletleri, kurumlaşmalar ve şartları yeterince bilmekten doğan bir hak ile olayların hem sebeplerini hem de sonuçlarını hükme bağlarken evrilmelerin şiddetine de işâret etmek zorundadır. Târih, güven verici kaynaklara, ortaklaşmış bilgilere dayanarak -ayrıntılardan kaçınarak- oluşturulan geçmiş bilgisidir. Târih, ideal ve ideolojilerin biçimlendirdiği insan topluluklarının hem birbirleriyle yarışmasına, hem örtülü ve açık savaşlarına ve sonuçlarına âit bilgidir.

Târihçi, geçmişi araştıran, târihî olanın gerektirdiği kronolojik bilgiyi oluşturma çabası gösteren insanlardır. Akademik unvanlı olmayı gerektirmeyen gerçek târihçilik, olayların toplamını, bu toplamın arkasındaki şartları ve sebepleri, yönlendirici, karar verici şahsiyetleri, dikkatini yoğunlaştırarak görüp göstermektir. Târihçi, muktedirlerin emrinde olmanın veya başka bir milliyete mensup bulunmanın doğurduğu hatâlar yüzünden, okuyanı yanıltan tespitler ve tahlillerde bulunabilir. Geçmişe âit olay ve kişilerle ilgili, târihin gerçeğine uymayan tespit ve yorumlarda bulunanlar, hem geçmişte kalanların hakkını yemişler, hem de o metni okuyanlara karşı haksızlık etmişlerdir.   

Geçmiş Bilgisinden Yararlanmak

Târihçinin oluşturduğu bilgilerinden yararlanmak, aydın olanların ve özellikle de yöneticilik yapmak isteyen ve yapanların ihmal edilmemesi gereken ihtiyacıdır. Târih bilgisi, ‘ibret’ kavramına bağlı uyarmaların özel adıdır denilebilir. ‘Takdir’, ‘mükâfat’, ‘mücâzât’ kavramları yalnızca birer hukuk terimi değildir; her aydın veya halk, târih sayfalarındaki bilgilerin öncesini veya sonrasını belirleyen cümleler kurarken, bu kavramları esas alabilmektedir. Kişiler, olaylar, durumlar, şartlar ve sonuçlar konusunda târihçinin verdiği hüküm kadar olmasa da, geçmişin yargılanmasında toplum vicdanı da önemli tepkilerin alanıdır.

Târihin aydınlatıcılığından yararlananlar, neyi, niçin, nasıl ve ne zaman yapmayacaklarının bilgisini edinip bilinçli davranışlar gösterebilirler. Bireylerin, toplumların kendilerine özgü yapılarını ve o yapının inceliklerinden oluşan kıvamını korumaları konusunda geçmiş bilgisi bir yol haritası, bir özel pusuladır. Geçmiş’e âit sayılan olayların, durumların, şahısların ve mekânların bilgisi yarın’ı kurma düşüncesinin ve enerjisinin sınırlarını belirlemektedir.

Ömür denilen zamanla sınırlanmışlık, insan adlı varlığı bencil, aceleci, yetinmez; vicdan ve adaletten uzaklaşmaya meyyal; Rabb’ın yerine geçme hırsına kapılma gibi olumsuz enerjilerle kıvamını bozmaktadır. İnsandaki bu yaradılış sebebine aykırılaşma ve kıvam bozulması, hem kendi türünün, hem hayvanların ve bitkilerin, hem de toprağın, suyun ve havanın kıvamını bozmasına yol açmaya devam etmektedir. Birey ve/veya toplum adalet ile güven kavramlarına olan inancını kaybederse ahlâksızlığın yaygınlaşması önlenemez. Adaleti sağlaması gereken yargı mensupları ile güvenliği sağlayan kolluk kuvvetlerine inanmanın, hakkaniyetli olduklarını düşünmenin kaybolduğu dönemlerde, ahlâk adına var olan değerler yıkılır. Şeytanın en mutlu olduğu şey, her türlü çirkinliğin, yanlışın kaynağı ve çoğaltıcısı olan adaletsizliğin yaygınlaşmasıdır. Toplumdaki benzeşmenin, bir aradalığın mutluluk verici olmasını sağlayan; çeşitli farklılıkları bir kenara bırakarak mensupluk duygusu ve bilinci yaratan adaletin eksiksiz ve zamanında uygulanmasıdır. Herhangi bir toplumdaki her türden adaletsizliğin hangi sonuçları hazırladığını merak edenler, târih adlı yüce mahkemenin verdiği hükümleri okusunlar.

İnsanlar, ne yapmış, niçin yapmış, ne zaman yapmış sorularına cevap olan tespit, tahlil ve yorum nitelikli hükümlerin büyük bir kısmı, târihçi unvanlı insanların oluşturduğu bilgilerdir. Târihîliğin, geçmişe âit duyarlılığın gerçeğimsileşerek mite, destana, masala, efsaneye akması çok özel ve güzel bir gerçekliktir.[1]                                                                                                      (DEVAM EDECEK)

 5Gerek edebiyattan sayılan metinlerin tahlilini ve târihini yazmaya çalışan uzmanlar, gerekse halk bilimciler son yüzyıl içerisinde bu konuda çok sayıda kitap makale yayınladılar. Ana kaynaklar konusundaki ışıklı şahsiyetlerden Ziya Gökalp’ı rahmetle, minnetle anıyorum. Meddah hikâyelerinin -bir ucu Ahmedî’nin İskendernâme’sine, diğer ucu Bektaşî velayetnâmelerine ve kısas-ı enbiya’ya – bazı açılardan dinî motifli vak’ları hem de târihî vak’aların gerçeksileştirmelerinden oluşmuştur.