Sovyetler Birliği’nde belki insanlık târihinin gördüğü en acımasız totaliter rejim tatbik edildi. Fakat Rusçanın büyük bölümü yabancı menşeli kelimelerden meydana geldiği halde tasfiyeciliğe teşebbüs edilmedi. Kızıl Çin'de 1960'larda imparatorluk döneminin izlerini silmek için yapılan ‘Kültür İhtilali’ sırasında pek çok eser ve târihî miras tahrip edilmiş, dile dokunulmamıştır. Bu ideolojiler kendilerinden evvelki rejimleri çok kanlı ihtilâllerle devirerek tamamen farklı rejimler kurdukları halde evvelki rejimden devraldıkları lisana ellerini sürmemişlerdir. Demokrasi ile idâre edilen hiçbir ülkede zâten dilde tasfiyecilik yapılmamıştır. Yapılması da mümkün değildir. Kelime ırkçılığına dayanan tasfiyeciliğin bir insanlık suçu olduğunda şüphe yoktur. Türkiye'de ilâve olarak Osmanlı'nın son döneminden itibâren okumuşlarımıza ârız olan batı karşısındaki aşağılık duygusu kendi geçmiş kimliğimize ve mensubu olduğumuz kültüre karşı bir nefret oluşturdu. Bu zihniyet sâhiplerinin uzun yıllar devlete hâkim olması Türkçenin bahtsızlığıdır. Türkiye demokrasi yolunda ilerledikçe; Türk Dili ve Edebiyatı Profesörü, edebiyat tarihçisi Fahir İz’in (1911-2005) Türkçeye tercüme ettiği ‘Turkısh Dıctıonary’ isimli lügatin yazarı H. C. Hony'nin dediği gibi: ‘tasfiyeci zihniyetin tesirini kaybedeceği muhakkaktır. Fakat korkarım ki verdiği zararı da büyük ölçüde sineye çekmek mecburiyetinde kalacağız.’
İnsan kasabı olarak bilinen merhâmetsiz diktatör Lenin bile rejimi kökünden değiştirdiği ve tamamen yeni bir dünyâ anlayışı getirdiği halde Fransızca, Almanca, Latince, Yunanca menşeli kelimelerle dolu Rusçaya dokunmamıştır. Dokunsaydı, bugün Rus halkının, Dostoyevskileri, Tolstoyları anlaması mümkün olamazdı. Stalin, devirdiği ve lânetlediği eski rejimin yalnız lisanını değil bütün kültür değerlerini korumuştur. 2. Cihan Harbi'nde Alman ordusu Leningrad'dan çekilirken intikam almak maksadıyla çarlığın saraylarını yakıp yıktı. Stalin çok büyük fedakârlıklarla bu sarayları, elde kalan dokümanlardan, fotoğraflardan faydalanarak, bütün zengin dekorasyonuyla beraber yeniden inşa ederek eski hâline getirdi. Klasik müziği, Çaykovskileri, Rahmaninofları sarayın, aristokrasinin müziğidir diye unutturmaya çalışmadı... Müzik zevki olan Ruslar dinliyor.
Günümüz Türkiye’sinde Mûsıkîmizin muhteşemleri; Buhûrîzâde Mustafa Itrî Efendi’nin (1640-1712), Hacı Sadullah Ağa’nın (1730-1812), Hammamizâde İsmâil Dede Efendi’nin (1778-1846), Hacı Ârif Bey’in (1831-1885), Leylâ Hanım’ın (1850-1936), Tanbûrî Cemil Bey’in (1873-1916), Melâhat Pars’ın (1918-2005) eserlerini ve hattâ isimlerini bilen kaç kişi var?
‘Dinde, dilde, ahlâkta ve mûsıkîde devrim olmaz’ düşüncesine destek verecek kaç münevverimiz var?
***
1960'tan sonraki koalisyon dönemlerinde bile bâzı Millî Eğitim Bakanları, Türkçeleşmiş ve bin yıldır halkımızın kültürüne mal olmuş yaşayan Türkçenin kelimelerini, sırf Arapça ve Farsça menşeli oldukları için, okullarda bile resmen yasaklamaktan çekinmediler. Okullara, yasakladıkları yüzlerce kelimelik listeler gönderdiler ve kullanılmaması tâlimatını verdiler. Demokrasi ile idâre edilen hiçbir ülkede böyle bir şey olması mümkün değildir. Bu rejime bunun için vesâyet rejimi diyoruz.
Kıymetli dil âlimi Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu (1932-1996) ‘Türkçenin Karanlık Günleri’ adındaki eserinde ibret alınacak bir hâdiseyi anlatır:
‘Zamanın Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, Prof. Sıddık Sâmi Onar'a tesadüf ediyor. Yücel liseden sınıf arkadaşı olan Onar'a:
-İdare Hukukunun Esasları adlı eserini okudum, fakat dilini beğenmedim. Ne kadar Osmanlıca kelime kullanmışsın…’ Diyor. Onar da:
-Ne yapayım, dilimizde hukuk mefhumlarını yanlış anlaşılmaya meydan vermeyecek şekilde karşılayan ve herkesçe kabul edilmiş Türkçe terimler yoktur.’ Diye cevap veriyor.
Bakanın cevabı:
-Osmanlıca kelimeleri gene de kullanmamalıydın. Varsın kitap eksik kalsın. Mesela ben ‘Mantık’ kitabımın son baskısında söylemek istediklerimin yarısını yazamadım. Fakat eser öz Türkçe oldu ya, sen ona bak. (Edebiyat Vakfı Yayınları, 1977)
……..
Eski devrimbazlar ve günümüzdeki kuyrukları bilmiyor:
Dilimizi kaybettiğimizde, candan aziz vatan toprakları dâhil, kaybedecek hiçbir değerimiz kalmamış demektir.