(SEKİZİNCİ BÖLÜM)
Modern Tahkiyedeki Geçmiş Bilgisi
Mit, destan, masal, efsane, menkıbe ve özellikle kıssa adlı ve/veya nitelikli metinler, târih olan’a âit bilgilendirmelerdir. Bir zaman aralığında gerçekleşmiş olmakla birlikte onun sınırlarını gösterme sorumluluğu taşımayan, mekân ile rol alan insanları târihî gerçekliği ve güvenilirliği konusunda soru yöneltilmesine imkân vermeyen metinler çoğunluktadır. Târih olana, târihî gerçekliğe işâret etmekle birlikte gerçeğimsileşmiş bulunan çok eski tahkiyeli metinler ayrı bir gruptur. Son üç yüzyıl içinde yazılmış modern tahkiyeli eserler, sahne ve perde için yazılan piyes ve senaryolar ise iki kolda gelişti: Târih olan konu, olay, kişi ve durumları veya târihî kaynaklı gerçeklik taşıyan ögeleri, bediî tefekkür aracılığı tahkiyelendirme...
Geçerli, güvenilir belge ve bilgilere dayanarak var edilmiş olduğu hâlde gerçeğimseleştirilmiş bulunan, edebiyattan sayılan eserlerdeki bilgiler, hem sosyolog ve psikologların, hem de târihçilerin ihmal edemeyeceği özel bir kaynaktır. Gerek mit, destan, efsane, menkıbe, masal, gerekse modern tahkiyeli metinlerdeki geçmiş bilgisini önemli yapan ise, yaşanmışlıklar’a âit bilgilerle yaşanan zamanı ve geleceği kurmak; yanlışları ve hatâları azaltmak, ‘kendimiz’ olmanın anahtarlarını sunmak işlevini taşımasındandır.
En eski kaynaklara ulaşılarak Türk târihinin 12. yüzyıl öncesi devletlerinin ve topluluklarının târihinin yazılması, henüz tatmin edici örneklerle gerçekleştirilmiş değildir.[1]Avrupalı siyâset önderleri Türk târihinin aydınlanmasından İtalya, İrlanda ve Hungari ile İskandinav ülkelerindeki Türk kökenli halklara âit bilgilerden dâima rahatsız olmuşlardır. Diğer yandan Sümerlilerin (Hz. İbrahim’in babası Azer de, kendisi de Sümerlidir) insanlık târihindeki yerlerinin bilinmesinden -Türk Ata çocukları olmalarından dolayı- hiçbir zaman memnun olmamışlardır.
[1] Meşrutiyetin 1908’de yeniden ilanı üzerine Müslüman veya Hristiyan topluluklar ‘Osmanlılık’ kavramının dıştan ibâret olan etiketinden kurtulup, kendi dergi ve gazetelerini çıkarmaya, yardımlaşma ve uyanış dernekleri kulüpleri, partileri kurmaya başladılar (Ömer Seyfeddin’in Ashâb-ı Kehfimiz adlı eseri çok değerli bir bilgilenme kaynağıdır. Ulu atalarımızdan Kaşgarlı Mahmud’un ansiklopedik Türk dili sözlüğünden 800 yıl sonra Ahmet Vefik Paşa’nın Lehçe-i Osmanî’yi yayınladı; Şemseddin Sami’nin Kamus-ı Türkî’sinin ardından, önce Türk Derneği ve dergisinde, birkaç sonra da Târih-i Osmanî Encümeni ile aynı adı taşıyan dergide târih, târihçilik ve Türk târihi kavramlarına ilişkin akademik nitelikli yayınlar başlatıldı. (Bu konuda Abdülkadir Özcan’ın TOEM’İN 101. sayısında değerli ve özlü bir yazısı bulunmaktadır.)1931 yılına kadar süreli yayınlarda ve kitap sunuşlarında Osmanlı devleti târihi ile çok az da Selçıkluya yer veren kitap ve makaleler varlığını sürdürmüş görünüyor. Şu hususu vurgulamalıyız: Atatürk’ün kurduğu Türk Târih Kurumu’ndan önceki çabalar ve çalışmalar, konuyla ilgili eser verenlerin şahsiyet ve şöhretlerinin ağırlığıyla biçimlenmiştir. (DEVAM EDECEK)