Nuri GÜRGÜR

Avukat

Bir Ülkücünün İbretlik Mağduriyet Hikâyesi

İlhan Anar Adı Neden Ahmet Doğan’a (Ahmet Hoca)ya Dönüştürüldü?

Bir Ülkücünün İbretlik Mağduriyet Hikâyesi

Ahmet Doğan’ı veya kullanılan sıfatıyla Ahmet Hoca’yı milliyetçi-ülkücü camiada genç ve yaşlı hemen herkes bilir ve tanır. Ama asıl adının İlhan Anar olduğunu, bu adı 27 yaşından sonra neden kullanamadığını pek az insan bilir. İnsan severek kullandığı adını neden unutturmak ister, neden buna mecbur kalır?  Bu hazin ve ibretlik dramatik olayın iç yüzünün hangi görüşte olursa olsun vicdan sahibi herkes tarafından bilinmesi gerektiğini düşündüğümden yazmayı gerekli gördüm. İmkân bulsaydım bir dergide de yazılıp daha geniş çevrelerin de öğrenmesini, hatta TV dizisi yapılıp gösterilmesini isterdim.

İlhan Anar, Balıkesir’de yaşayan bir ailenin evladı; okulunda başarılı, hareketli, millî duyguları güçlü bir öğrenci. Liseden mezun olduğu yıl, kentte yeni kurulan Genç Ülkücüler Derneğine devama başlıyor ve ülkücülüğü benimsiyor. Kentte solcu eğilimli gençler de var; aralarında yaptıkları tartışmalarda İlhan çoğu defa ön plânda yer alıyor. 1969 yılında İstanbul Hukuk’u kazanıyor, burada okurken Balıkesir’le, ülkücü arkadaşlarıyla ilişkisi ve solcularla mücadelesi sürmektedir. Annesi vefat etmiştir, anneannesi torununa çok düşkündür. Onun solcu grupların hedefi haline geldiğini öğrenince tedirgin olur; zarar verebileceklerini düşünerek Balıkesir’e, yanına dönmesini ister. İlhan da anneannesini çok sevdiğinden isteğine uyar ve üç yıl sonra Hukuk Fakültesini bırakarak Balıkesir Necatibey Eğitim Enstitüsü imtihanını kazanarak burada okumaya başlar. Üç yıl sonra 1975’te tarih-coğrafya öğretmeni olarak mezun olur. İlk tayin yeri Manisa’nın Sarıgöl kazasıdır, burada göreve başlar, yaz tatilinde memleketine gelip arkadaşlarıyla buluşur.

Tatilin bitmesine bir hafta kala akşam vakti bir arkadaşlarını uğurlamak üzere istasyona gelirler. Solcuların da yolcusu vardır, grup halinde gelmişlerdir, aralarında sert bir tartışma başlar. Ülkü Ocağı yönetiminden Ahmet Turan Bulut kavga ettiği solculardan birini karnından bıçaklar, yaralı hastaneye kaldırılır. Olay yerine gelen polisler kimin yaptığını soruştururken solcular her zaman çok öfkeli oldukları İlhan’ı gösterirler; oysa İlhan olay sırasında kavga edenlerin uzağındadır. Pol-Der’li olan komiser gerçek faili araştırmak yerine sempatizanı olduğu gruptan söyleneni doğru sayarak İlhan’ı gece nezarete alır. İlhan, ertesi sabah bu yönde düzenlenen fezlekeyle Sulh Ceza Mahkemesine sevk edilir.

 Hâkim, polisin zaptını esas alarak tutuklama kararı verir. Ancak üst mahkemeye yapılan itiraz üzerine tutuksuz yargılanma kararıyla dışarı çıkar. O sırada askere alınma işlemi de tamamlanmıştır. Dört aylık kısa dönem yapmak üzere askere alınır. Askerden dönüşünde kendisini Ülkü-Bir Genel Sekreteri Cezmi Bayram arar ve Eceabat Lisesi Müdürlüğüne atandığı bilgisini iletir; hemen gidip görevine başlaması istenir. İlhan tayin yazısını Manisa’dan alarak müdür sıfatıyla yeni görevine başlar.

Bu işlerle uğraşırken dava süreciyle ilgilenmeye zaman ayıramadı. Olayın failinin kendisi olmadığını bildiğinden gerçeğin er-geç anlaşılacağını düşünüyordu. Ama solcu kesimin hesabı farklıydı.  Ülkücü gençleri organize eden, kentte etkili olmalarını engelleyen ülkücü bir lideri fırsat bulmuşken ezmek istiyorlardı.  Bu amaçla ilk duruşmalarda hiç ortada olmayan beş solcu elemana şahitlik yapma görevi verdiler. Ne söyleyeceklerini etraflı şekilde öğretip bellettiler. Böylelikle ilk duruşmadan altı ay sonra bu kişiler şahit sıfatıyla ifade verip söz birliği halinde İlhan’ın bıçakladığını söylediler. Ağır Ceza Mahkemesi bu beyanları doğru kabul ederek, İlhan’ın itirazlarını ve şahitlerini dikkate almayarak 1976’nın Temmuz ayında 20 yıl ağır hapis cezası verdi. Hükmün Yargıtay kararından sonra kesinleşeceği düşünülerek tutuklama yapılmadı.

 Bir yargı faciası olan bu kararın, bir yılı bulan yargılama sürecinin gerçek yörüngesine oturmayışının iki nedeni vardı.

 1) İlhan Anar gerçek failin kimliğini açıklamak istemedi. Çünkü bunu yapmanın ülkücülük ahlâkına ve kardeşliğine aykırı olacağını düşünerek sustu.

 2)Tartıştığı solcuyu bıçaklayan, bu yargı sürecini başlatmış olan Ahmet Turan Bulut ise işlediği suçun masum bir ülkücünün üzerine atılıp kendisinin kurtulmuş olmasını memnuniyetle karşılayıp suskun kaldı. Ülkü Ocaklarında görev yapacak kadar milliyetçilik fikrini ve ülkücülüğü benimsemiş görünen Ahmet Turan Bulut’un bu tavrının savunur göründüğü fikre aykırı olduğu açıktır. Suçunu bir ülküdaşının üzerine yıkması ahlâkî ve vicdani bir tercih olmamıştır. Ama yaygınlığı bilinen hafıza zaafımızın etkisiyle bu davranışı unutuldu. Aslında ülkücü kuruluşların semtine bile yanaştırılmaması gereken bu kişi bir süre sonra ne hazindir ki 1999 seçimlerinde MHP’den milletvekili seçilerek Meclis’e girdi.

 Hep merak etmişimdir. 25 yaşında lise müdürü olacak kadar başarılı ve geleceği parlak İlhan Anar’ın hayatını karartan, perişan eden Ahmet Turan Bulut, Meclis kürsüsünde namusu ve şerefi üzerine yemin ederken İlhan Anar’ı hatırladı mı? Yahut adını Ahmet Doğan yapmak zorunda kalan İlhan, bugün 18 bin lira emekli maaşı alıp 15 bin lirasını ev kirası olarak verirken kendisinin bunun on mislisini eski milletvekili maaşı olarak aldığını, ayrıca sosyal imkânlarını, Ahmet Hoca’nın kaçak pozisyona düşürüldüğü 1976’dan günümüze kadar hayat standardının bu çizgide seyrettiğini biliyor mu? Kendisinin muhtemelen eşi, çocukları ve torunlarıyla mutlu bir yuvası varken, suçunun üzerine atıldığı Ahmet Hoca’nın elli yıldır yapayalnız, bekâr yaşantısına mecbur edilmesini içine sindirebiliyor mu?

 1976 yılında 20 yıl hapse mahkûm edilen İlhan, Yargıtay sürecini yakından izlemek için Ankara’ya geldi. Aranıyordu ve artık bir kaçaktı. Ahmet Doğan adını kullanmaya başladı ve artık bu adla tanınır oldu.  Mağduriyetini hemen herkes biliyordu ama ayrıntısını çokları bilmiyordu. Kendisine duyulan saygıdan ötürü bu konu konuşulmazdı. Neyse ki 1996 yılında mahkûmiyet kararı zamanaşımı nedeniyle düşünceye kadar yakalanmadı; olabildiğince tedbirli ve dikkatli bir hayat düzeni kurdu. Bazen aramalardan kıl payı kurtulduğu da oldu. İlkin rahmetli Gün Sazak’ın yanında çalışmaya başladı. Ardından Devlet dergisinde, 1979’da Anda Dağıtım şirketinde çalıştı. 1981’de Şerafettin Yılmaz’ın MHP davasına bakan avukat bürosunda yer aldı. Bu dönemde bir yandan da Ayvaz Gökdemir’in hazırladığı Yeni Türk Ansiklopedisinin yazımında çalışıyordu. Bu işler tamamlanınca pasaj içinde küçük bir kitap-kırtasiye yeri açtı, Fakat kıt olan imkânlarını kuruşuna kadar ülkücü gençlere adadığından bir süre sonra kapatmak zorunda kaldı. Kaçak sorunundan kurtulmuştu, Kemal Zeybek’in vakfında dört yıl kadar resmen görev yaptı.

 Ahmet Doğan’ı 1979’da tanıdım. Çizgisini hiç değiştirmedi. Ülkücülüğe, ülkücü gençlere, Türk dünyası meselelerine hizmeti hayatının gayesi yapan, bu amaçla çalışmaktan haz duyan bir insandır. Her ortamda vericidir, kendine bir pay almayı asla düşünmez. Türk dünyasından gelen gençlere uzun yıllar ev sahibi gibi yardımcı olmuştur. Ülkücü gençlere ağabeylik yapar, onları yönlendirmeye çalışır. Ahmet Hoca, her Ramazan ayında kadirşinas arkadaşların desteğiyle düzenlediği iftar sofrasını gelenek haline getirdi. Ciddi hastalıklarının olmasına rağmen temposunu değiştirmeden sürdürmektedir.

Tanımaktan mutluluk duyduğum Ahmet Hoca’yı bilvesile tekrar kalbi duygularla, muhabbetle selâmlıyorum.