28 Nisan 1892 târihinde Kastamonu’da doğdu. Babası Şevket Bey’in asker olması sebebiyle görevli veya sürgün olarak görevlendirildiği yerler olan Kastamonu, Bağdat ve Trablusgarp’ta bulundu. Trablusgarp’tayken İtalyan râhibelerinin okuluna gitti. Bir süre Paris Versailles Lisesi’ne devam etti ve 1907’de Ahmet Ferit Tek ile Mısır’da evlendi.
1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilânından sonra İstanbul’a döndü. Ahmet Ferit Tek’in Türk Ocakları’nın ilk başkanı olmasından dolayı Türk Ocağı’nda konferanslar verdi. Türk Kadını ve İfham gazetelerinde makaleleri ile Türk Yurdu ve Şehbal dergilerinde hikâyeleri yayımlandı. Bu hikâyelerin bazılarında “Süyüm Bike” takma adını kullandı. Siyâsî sebeplerle sürgüne gönderilen eşiyle birlikte bir süre Sinop ve Bilecik’te bulundu. Kurtuluş Savaşı yıllarında eşiyle birlikte Anadolu’ya geçti ve Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’nde Millî Mücâdele’yi destekleyen yazılar yazdı. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra eşinin büyükelçilik görevi dolayısıyla 1925-1943 yılları arasında bulunduğu yurt dışında da Türkiye ve Türk kadını üzerine çeşitli yazılar yazdı ve konferanslar verdi. Bu yıllarda Paris’te Siyâsî Bilgiler Okulu’nu da bitiren Müfide Ferid Tek, milletlerarası bazı kuruluşlarda görevler aldı.
24 Mart 1971 târihinde İstanbul’da vefat etti.
Müfide Ferid Tek, Osmanlı Devleti’ni içinde bulunduğu kötü durumdan kurtarmak maksadıyla makale ve konferanslarıyla Türk milletine öncülük, liderlik eden ilk kadın yazarlarımızdandır.
Türkçülük 1913 yılında bir devlet politikası hâline gelmiş ve dolayısıyla edebiyat dünyâsında da etkisini göstermiştir. Bu minvalde yazılan ilk örneklerden olan Hâlide Edip Adıvar’ın Yeni Turan romanını Müfide Ferit Tek’in Aydemir romanı tâkip eder. Fuat Köprülü, Müfide Ferit Tek’in bu romanı hakkında mütalaada bulunurken Hâlide Edip’ten sonra ilk milliyetperverliği ve dış Türkleri anlatması yönüyle önemli olduğunu vurguladıktan sonra, onun diğer önemli tarafının bir Türk kadını tarafından yazılmış olmasını da belirtir.
1918 yılında yayımlanan Aydemir isimli romanını eşinin Sinop’ta sürgünde bulunduğu yıllarda kaleme alımıştır. Aydemir, İkinci Meşrutiyet yıllarında Türkistan’daki Türkleri uyandırmak isteyen, onlarda Türklük ruh ve şuuru ile ideal ve sevgi vücuda getirerek Türk Birliği yolunda hizmet etmeyi kendine gaye edinen Türkçü bir gencin hayatını anlatmıştır.
Küçük yaşta anne ve babası vefat eden Aydemir, Türkçülük idealine çocukluk çağındaki hâtırâlarıyla ulaşır. Dedesinin hâtırâlarını dinlemesi, küçük yaşlardaki kısa Rusya seyahati ve dönemin siyâsî ve sosyal şartları Aydemir’in Türklük idealine bağlanmasında etkili olur.
Kimilerince Rusya’daki Türkleri ayaklandırarak ikinci bir Cengiz İmparatorluğu kurmaya çalışmakla suçlanan; kimilerince de kimsenin anlamadığı bir hayal arkasında koşan bir hayalperest olarak görülen Aydemir’in maksadı sanat ve aşk ile Türklüğü diriltmektir. Ona göre Attila, Cengiz, Buda, Odin gibi büyük dâhileri ve insanlık târihinin parlak yıldızları olan insanları yetiştirmiş bir millet için bu fikir, hayal değildir. Aydemir, Anadolu’nun içerisinde bulunduğu durumdan ve adı konulmamış olsa da Hazin isimli genç hanımefendiye duyduğu aşktan dolayı Türkistan’a yönelmiştir. Çünkü Aydemir, Türkler arasında milliyet duygusunu uyandırmak maksadıyla şahsî saadetini fedâ ederek Türkistan’a gider ve orada birçok zorluklarla karşılaşır. Aydemir’e göre Türk Birliği fikri ilk önce Türkiye’de başlayacak, Türkistan’da devam edecektir. Aydemir’in Türkistan’daki hayatı idealist kimliğinin dışa vurumudur. O Türkistan’a, “fukaraya beşaret, üseraya serbestî, kalbi kırık olanlara teselli, zulüm altında ezilenlere hürriyet vermek” maksadıyla gelir. Aydemir’in düşmanları, Türk birliğinde İslâm birliğini gören hocalar ve kendilerine her söyleneni kabul eden renksizlerdir. Bundan dolayı Aydemir ölümünden sonra ülküsünü Hazin Hanım’a emânet eder.
Aydemir döneminin siyâsî, sosyal ve kültür havasının kuvvetli etkileri dolayısıyla yazılmış heyecan yönü ağır basan bir eserdir.
Yazarın ikinci romanı olan ve 1924 yılında yayınlanan “Pervâneler”, yabancı okulların kültür emperyalizmine nasıl aracılık ettiğini ve bu okulların yeni nesli nasıl kendi kültürüne yabancılaştırdığını anlatır. Pervaneler’de Osmanlı’dan Cumhuriyet’e doğru ilerleyen zaman diliminde Türkiye’deki eğitim anlayışı üzerinde durulur veya roman bu tez üzerine inşa edilir.
Yabancı okulların misyonerlik faaliyetlerinin millî kimlik ve kültür üzerindeki etkilerini konu alan romandaki olaylar, Amerikalılar tarafından kurulan ve maksadı da “Amerika’nın nüfuzunu ve büyük gölgesini buralara kadar uzatıp yaymak” şeklinde târif edilen “Bizans Kolej” etrafında geçer. Pervaneler’de üzerinde durulan diğer konu yabancı kadınlarla yapılan evliliklerin millî kültür ve terbiye üzerindeki etkileridir. Esere göre bu âilelerde yetişen çocuklar iki kültür arasında sıkıştıkları için ikiyüzlü olurlar. Romanın dikkat çeken diğer yönü ise millî duyuşun bir toplumda gelişimi için dil ve tarihe önem verilmesidir.
Müfide Ferit Tek’in diğer romanı 1933 yılında yayınlanan “Affolunmayan Günah”tır. Ancak bu eser günümüze intikal etmemiştir. Otto Spies tarafından Almanca’ya çevrilmesinden dolayı romandan haberdar olunur. Roman kişisi olan Sevda, çocukluk arkadaşıyla mı yoksa sevdiği adamla mı evleneceği konusunda kararsız kalır. İlk önce geleneklere bağlı olarak çocukluk arkadaşı olan Emin ile evlenir ve hayal kırıklığına uğrar. Daha sonra sevdiği kişi olan Kurt’a yönelir ve bu evliliğinde de saadeti bulamaz ve boşanır. Sonunda yalnız ve ıstırap çeken bir kadın olur. Bu romanı diğerlerinden ayıran temel nokta ideolojik arka plânının olmamasıdır. Sonuç olarak Müfide Ferit Tek, millî unsurları ve ideolojik arka plânı olan, dili iyi kullanan, yarattığı tiplerle yaşayan örnekler sunan bir yazardır.