Prof. Dr. Hasan ONAT

Akademisyen

Dini Meseleleri Niçin Doğru Dürüst Tartışamıyoruz?

İslam, en temelde Allah’a yönelik, üst seviyede bilgi ve bilinçle gerçekleşen bir teslimiyettir. Müslüman, varlığın temelinde Allah’ın rahmet ve merhametinin yattığını çok iyi bilir. Allah’ın rahmetinin her şeyi kuşattığının farkındadır. Bu sebepten, eğer İslam’dan söz edeceksek, ilk akla gelecek olan, insanların kendilerini güven içinde hissedecekleri bir ortam olmalıdır. Müslümanların olduğu yer, can, mal, namus emniyetinin üst seviye güvence altına alındığı, temel hak ve özgürlüklerin, yasalardan önce insanın vicdanında yer tuttuğu alanlar olmalıdır. İnsanlara potansiyel suçlu muamelesi yapılamaz. Asıl olan suçsuz olmaktır. Aksi kanıtlanıncaya kadar, insanlara güvenmek gerekir. Bir kimse, kim olursa olsun, inancı, dini ne olursa olsun, Müslümanların içinde kendisini emniyette hissedebilmelidir. Müslüman insan, çevresine bu güveni veremiyorsa, orada din adına birtakım ciddi sorunların var olduğu unutulmamalıdır. Olması gerekenden söz ettiğimi, anladığınızı düşünüyorum.

Bir başka olması gerekene daha dikkat çekelim: Müslüman insan, her zaman bilgiye, öğrenmeye açık insandır. Bu, “Oku!” diyerek insanla buluşan Kur’an’ın bizden istediği bir tavırdır: “Onlar bütün sözleri, görüşleri dinlerler ve en güzeline uyarlar. Allah’ın doğru yolu gösterdiği kimseler işte onlardır ve gerçekten onlar akıl-irfan, sağduyu sahibi kimselerdir.” (39/18) Müslüman bilerek inanır, bilerek yaşar; bilmediği şeyin peşinden gitmez (17/36). Müslüman, Kur’an’ın dışındaki her türlü bilginin beşeri bilgi olduğunu, her türlü tenkit ve tahlile açık olduğunu bilir.

Bunlar, olması gerekenlerin sadece konumuzu ilgilendiren bir kısmı. Mevcut durumun, bununla pek de bağdaşmadığını görebilmek için, çok fazla zahmet çekmeye sanırım gerek yoktur. Müslümanım diyen insanlar, birbirlerine ne kadar güveniyorlar? Müslümanlar arasında tekfir, insanları küfürle itham etme, niçin bu kadar kolay? Kafalar, her ne kadar itiraf etmeye pek yanaşmasak da, yeterinden fazla karışıktır. Din konusunda “doğru/ güvenilir bilgi” nedir, bunun ölçütleri nelerdir, şeklindeki soruları açıktan sormaktan korkarız. Kimimiz utancından, kimimiz korkusundan, kimimiz de duyarsızlığından din konusundaki bilgi düzeyimizin ne olduğunu belirlemek gibi bir çabanın içine girmeyiz. Kimimiz de, atadan, dededen ne gördü, ne duyduysa, dini ondan ibaret zanneder; ona uygun olmayan her görüşü din dışı addeder. Kısaca, din alanında belirleyici olan bilgi değil, daha çok duygulardır; geleneklerdir, göreneklerdir. Bu durum, çoğu zaman, gelenek ve dinin iç içe girmesine, hatta geleneğin dinleşmesine yol açmaktadır. İnsanlar, neyin din olup olmadığını ayırt etmekte zorlanmaktadırlar. Kafalar karmakarışıktır; ancak, bu karmaşa, dinden kaynaklanmamaktadır. Karmaşıklık insanların kafasındadır. Bu durum, din tüccarlarının işini kolaylaştırmaktadır. Hem İslam’ı doğru öğrenmek, anlamak ve yaşamak için, hem de kafalarımızı netleştirmek için gerekli olduğunuzu düşündüğümüz bazı ilkeleri şöyle sıralayabiliriz:

1.İslam’da özgürce düşünmenin önünde hiçbir engel yoktur. Din alanında doğru dürüst düşünmemizi, konuşmamızı zorlaştıran, bize din adına öğretilmiş olan korkularımızdır. Korkak insanlar, korkutmayı da marifet bilirler. Korku salanlar da, başkalarının korkularını ithal etmek zorunda kalırlar. Korku, din tüccarlarının en büyük sermayesidir.

2.Dinden çıkmak, dine girmekten daha zordur. Bilinçli olarak inkar söz konusu olduğunda insan dinden çıkar. Öyle ise, dinden çıkma korkusu, öğrenmeye, düşünmeye, tartışmaya engel olmamalıdır. Akıl sağlığı yerinde olan her insan, doğru, sağlam, güvenilir bilgi ile düşünmek; hayatını sağlam bilgi üzerine inşa etmek ister. Akıl, güvenilir bilgi ve belge ile mutmain olur.

3. Düşünmekle, günah işlenmez. Müslüman insan, aklını ve duygularını da terbiye etmeyi önemser. Ancak, günah eylemi gerektirir.

4. Hz. Muhammed’le birlikte vahiy kapısı kapanmıştır. Kur’an’ın dışındaki her türlü bilgi beşeri bilgidir. Sonuna dek her türlü tenkit ve tahlile açıktır.

5. Kur’an’ın bütün yorumları beşeridir.

6. Bir alim ne kadar büyük olursa olsun, içinde yetiştiği çağın ürünüdür. Vahiy almadığına göre, görüş ve düşünceleri asla din ile özdeşleştirilemez.

7. İslam açısından aklın denetimine kapalı hiçbir alan yoktur. İnsan, kendini ilgilendiren her şeyin akla uygun olup olmadığını bilebilir.

8. Bilimde otorite olmaz. Her bilenin üstünde bir bilen vardır.

9. Akıllı insanlar, yanlışların hamallığını yapmazlar.

Şimdi şu soruyu sorabiliriz: Dini meseleleri niçin doğru dürüst tartışamıyoruz. Tartışamıyoruz; çünkü, dinin en temelde bilgi işi olduğunu görmek istemiyoruz. Bilgimizin kaynaklarını bilmiyoruz. Din alanında “doğru”, “güvenilir” bilgi konusunda yeterince bilinçli değiliz. Dolayısıyla, korkuyoruz. Korkan insanlar nasıl tartışabilirler ki…

Öğrenilmiş korkularımızın Allah korkusu olduğu yanılsamasından da kurtulmak gerekmektedir. Kur’an, Allah’tan layıkıyla sakınan, haşyet duyanların ancak alimler olacağını belirtir. Bu demektir ki, Allah’a yönelik bilinçli saygı ancak doğru bilgi ile, bilim ile mümkün olabilir. O zaman, bize din adına öğretilen korkularımızı da yeniden sorgulamamız gerektiği ortaya çıkmıyor mu? Korkulardan kurtulmadan, dini meseleleri özgürce konuşmak, tartışmak, sanırım pek mümkün olmayacak.

Öte yandan, din alanında “kim ne der?” korkusunu da hafife almamak gerekmektedir. Belki de, esas sorgulanması gereken, toplumun gizli ya da açık dayatmalarından kaynaklanan korkulardır. İnsanları riyakarlığa, iki yüzlülüğe, münafıklığa iten bu tür korkular değil mi?

Diyoruz ki, Tevhid insanı özgürleştirir. Allah’a inanan bir insan, O’na karşı üst seviyede bir sorumluluk bilinci geliştirir. Bu bilinç, bütün öğrenilmiş korkuları yok eder. Allah’a inanan bir kimse, sadece Allah’tan çekinir; hiçbir şeyden korkmaz. Unutmayalım: Ancak, özgür olan, kendi varlığının farkında olan; bilen, bildiğini bilen ve kendine güvenen insanlar, cesaretle düşünebilir, her konuyu medeni bir şekilde konuşabilir, tartışabilir. Korku, cehaletten ve hamakattan beslenir. Din tüccarları da, korkulardan beslenir. Korkular kurumsallaşmaya başladığı zaman, insanı insan yapan yüksek değerler buharlaşmaya başlar.