AK PARTİ’nin Eğitim Politikası ile alakalı olarak bundan önce yayımlanan yazıdan sonra, ikinci kısmını yazmayı düşünmüyordum. Fakat birinci kısmının, mühim bir alakaya mazhar olduğunu anlayınca, ikinci kısmını da birinci kısmın devamı olarak yazma lüzumu hasıl olmuş bulunmaktadır. Bu itibarla, kaldığım yerden devam ediyorum.
Mutlu evlilikte her eşin kendi hayatı vardır. Eşler, aralarında onları birbirine birleştirecek köprüler kurarlar. Bununla birlikte kendi bütünlüklerini ve onurlarını her zaman korurlar. Çünkü onlar ilişkilerin, ne kadar güçlü olursa olsun, geçici olduğunu ve sonunda yine kendileriyle başbaşa kalacaklarının farkındadırlar.
Tarihe iz bırakan öyle olaylar vardır ki, bu olayların gerçekleri ne kadar göz ardı edilirse edilsin, çağın gerekleri bu gerçeğin artık değişmek zorunda olduğunu işaret ederse etsin; o olayların tarih sayfalarına bırakmış olduğu izleri silmek mümkün olmaz, olamaz…
Çepniler, ilk Müslüman Türk'lerdendirler. Bazı güvenilir kaynaklarda, Alevîlerin bir kolu olarak bilinirler. 'Çepnilerin küçük bir bölümünün Alevî olduğu' şeklindeki ifâdelerin daha doğru olacağı şüphesizdir.
Haçlı seferlerini pek çok insanımız duymuştur. Duymuştur ama bu seferlerin niçin yapıldığını, nasıl yapıldığını ve sonuçlarını pek çoğumuz bilmez. Bilmez çünkü bu konu ile ilgili kitapları okumaz, aslına bakarsanız insanlarımızın genelde kitap okuma gibi bir alışkanlıkları yoktur.
Her insan gibi o da İçinde bulunduğu hayat serüvenini sağlıklı ve mutlu bir şekilde sürdürme arzusundaydı. Kendi isteği ile gelmediği bu dünyada dolu dolu yaşamak istiyordu.
Ahıska Türkleri, Gürcü asıllı Sovyet diktatörü Stalin tarafından sürülmüştür. Sürgünün sebepleri üzerinde dururken Stalin'in Gürcülüğünün de hesaba katılması gerekir. Zira Gürcistan, bugün olduğu gibi, eskiden de Türkiye'nin kuzeydoğu topraklarında hak iddia etmekteydi. Stalin'i böyle bir karara yönelten amillerden biri de bu olmalıdır. Nitekim sürgünden hemen sonra Gürcü profesörleri bir beyanname yayınlayarak Kars, Ardahan, Artvin, Rize, Tortum ve Bayburt'u istemişlerdir.
Bir gün yaralı bir kuş Hz. Süleyman Aleyhisselâm’a gelerek, kanadını bir dervişin kırdığını söyler. Hz. Süleyman, (a.s) dervişi hemen huzuruna çağırtır.
Seküler kültürün kaynakları Batı’da, kutsal kültürün kaynakları ise Doğu’dadır. Son iki yüzyılda seküler kültür, kutlu kenti Paris’ten, bütün dünyaya ihraç edilmiştir. Seküler kültürle, fizik ve metafizik dünyanın arasına aşılmaz duvarlar yükseltilmiştir.
İnsan olarak yeryüzünde tek başına yaşayamıyoruz, ihtiyaçlarımızın tamamını bizzat kendimiz karşılayamıyoruz, bir kısım problemlerimizi başkasının yardımı olmadan çözemiyoruz.
Bilindiği üzere, Memleketimizde hemen hemen herkesin umumiyetle üzerinde durduğu esaslı meselelerden birisi Milli Eğitim ve Öğretim hususudur. Zira bu mesele amiyane tabirle 7 den 70’e kadar herkesi alakadar etmekte olduğundan üzerinde yazmayan ve konuşmayan kimse yok gibidir.
Dünyanın neresine giderseniz gidin o müthiş koku size İstanbul’u hatırlatıyor. Kuru Kahveci Mehmet Efendinin kavrulmuş Türk Kahvesinden bahsediyorum. İstanbul Sirkeci’den yayılan koku tüm dünyaya Türk kahvesini tanıtıyor. Kahvenin hammaddesi bizim topraklarımızda yetişmemesine rağmen Kuru Kahveci Mehmet Efendi dünyaca ünlü Türk kahvesi markası ortaya çıkarmayı başarmış.
“Fitne endüstrisi” deyimi birçok kimseye garip gelecektir. Fitne bir davranışın dini değerini ifade eden bir kavramdır. Endüstri ise, eski anlamıyla makine kullanılarak yapılan her türlü üretim faaliyetinin adıdır.
Mü’minlerin annesi Aişe r.a. validemiz Ebu Kuhafe’nin oğlu Ebu Bekir r. a. ile Kinane kabilesinden Uveymir oğlu Amirin kızı Ümmü Rûman r.a. nın kızlarıdır.
Rahmetli Bülent Ecevit eşi ile birlikte yaşadığı zorlu Londra günlerine ilişkin İngilizlerle ilgili yaptığı tespitleri hatıralarında anlatır. Hatta denilebilir ki, İngiltere'de gördükleri gelecekte Ecevit çiftinin yaşam biçimini şekillendirmiştir.
Bazı yazıları okuduğumda veya toplantılara katıldığımda “Biz Türkler olarak veya bu ülke sınırları içinde yaşayan topluluk olarak öyle bilgili, öyle görgülüyüz ki ak sütten çıkmış ak kaşık gibiyiz, emperyal güçler (dış güçler) bizim çocukları bozuyor” hissiyatına kapılıyorum çoğu zaman. Eli kalem tutanlar, ağzı laf yapanlar bu koroya katılıyor.
Kitap veya makale yazmak isteyen, öncelikle çok okumalı ve sonra yazmaya başlamalıdır. Bir insan ne kadar çok kitap okursa o kadar düzgün konuşur ve o kadar düzgün yazabilir. Okumak için zamanı olmayanın, yazmak için de zamanı olmaz. Okuma alışkanlığı olmayan kişinin yazdığı kitabın veya makalenin kimseye bir faydası olmaz. Guy Debord ne güzel ifade etmiştir: “Yazmayı bilmek için okumayı bilmeli, okumayı bilmek için yaşamayı bilmeli.”
Lehistan’ın bugünkü Polonya olduğunu yeni nesil bilmeyebilir. Ama Polonya tarihimizde ciddi bir yer teşkil eder. Çünkü sürekli Çarlık Rusyasının tehdidi altındadırlar. Ancak İstanbul’a sığınabiliyorlar. Tarlabaşında vefat eden Polonya’nın milli Kahramanı Adamawi Mickiavkzavi onlardan biridir.
Kırk beş yıl devam mücâdeleli bir hayattan sonra sürgündeki Kırım Türkleri, önce gizli, sonra da resmen izin almış olarak Vatan Kırım'a dönmeye başladılar. Geri dönüş; sevinçli – ümitli ve fakat gidiş kadar zorlu oldu. Topyekün sürgünün 50. yıldönümünde, 1994 yılına gelindiğinde Kırım toprakları; ata yurdun a d önebilme imkânı bulabilen 260.000 vatan âşıkı tarafından yeniden Türkleştiriliyor, yeniden Müslümanlaştırılıyordu.
Yine bir Eylül sonu, yine bir Kıbrıs görüşmesi… Hiç bitmeyecek bir sevdaymışçasına süregelen müzakereler. 50 yılda kaç lider geldi, kaç lider gitti! Konu aynı Kıbrıs, zemin hep aynı; Birleşmiş Milletler.