87 yıl önce bu gündü, hafif kar yağışı altında Beyazıt Camii’nin musallasına çıplak bir tabut konulmuştu.
12 kınalı kuzumuzun cenaze törenlerini TV ekranlarında gözyaşlarıyla izliyoruz. Al bayrağa sarılan tabutların başında imamlar “Hakkınızı helal ediyor musunuz “diye soruyor.
Gırgır olsun istedim, Hiç ciddiye almadım. Karıştırdım her şeyi Tekrar ayıramadım,
Her insanda hayata geçirmesi gereken büyük bir potansiyel vardır. Her tohum içinde bir çiçeğin geleceğini taşır. Her tohumun çiçek açması için suya ve güneşe ihtiyacı vardır. Bizim de potansiyelimizi gerçekleştirebilmemiz için doğru soruları sorabilen, alışılmadık, sıra dışı seçimler yapmamıza yardımcı olabilen ve hedefimizi gerçekleştirebilmemiz için destek veren insanlara ihtiyacımız vardır. “Bir insan için en ağır yük, gerçekleştiremediği potansiyelidir.” diyor C. Schulz.
Okumak ve yazmak; iki muhteşem fiil’dir. Belki, fiilin hâl’e dönüşmüş, zevk ve aşk ile birleşip aynîleşmiş durumudur, düşünmek lâzımdır!..
Adnan İslamoğlu daha önceki “Kuyu” romanında ülkücü gençlerin 12 Eylül müdahalesi öncesindeki dramını, yuvarlandıkları karanlık kuyunun derinliklerinde su yılanlarından kurtulma çabalarını anlatıyordu; romanın başkahramanı Yusuf, bir yandan devlet adına kendisinden istenen hizmetleri canı pahasına yerine getirmek için uğraşıyor, diğer yandan kuyudan çıkabilmek için incecik bir “defne dalı” na tutunuyordu.
Akşemseddin tarafından yazılan "Mâddetü'l-Hayât" adlı eserin asıl metni, Latinize edilmiş şekli ve günümüz Türkçesine aktarılmış biçimi, Sağlık Bilimleri Üniversitesi tarafından neşredilmiş.
Teknolojide yaşanan hızlı gelişmeler, çağımızda yeni bir ihtiyacı gündeme getirdi: Değişim.
Gazze’de yaşanan insanlık dışı soykırım sahnelerini ilk izlediğimizde, önce şaşırdık, yadırgadık, adeta kanımız dondu. İnsanlığımızdan utandık. Biz utandıkça, yerdikçe, ağladıkça İsrail daha da azıttı.
Tarımla uğraşanlar bilir. Başağın ne olduğunu ve nasıl toplandığını. Sadece bizim Kocaeli köylerimizde değil, araştırdığımda Anadolu’muzun her yerinde Başak toplamak bir ihtiyaç veya bir gelenek.
Yazıma,Tanzimat Edebiyatı’nın önemli şâir ve ediplerinden olan Muallim Nâci (1850-1893)’nin bir beytiyle başlıyorum: “Erbâb-ı teşâur çoğalıp şâir azaldı. Yok öyle değil şâirin ancak adı kaldı”
Sanki hiç yaşanmamışcasına Anılarda kaldı çocukluğum Soframız dolardı Yemekler lezizdi
1960’lı yılların ikinci yarısıydı; 1967 falan. Profesyonel gazeteciliğe başladığım İstanbul Cağaloğlu Babıali’de Sabah’ta çalışıyordum. Şerefefendi Sokaktaki devlete ait Güneş Matbaacılığın ikinci katında idi gazetemiz. Maruf yazarlarımızı burada tanıdım. Mesela Eşref Edip, Necip Fazıl ve Osmanlıların son dönemindeki aile dramalarını romanlaştıran Münevver Ayaşlı ve nihayet Sezai Karakoç.
Büyük Osmanlı döneminden, Küçük Cumhuriyet dönemine geçişin sancılı yıllarında, başşehirlik işlevleri İstanbul’dan Ankara’ya taşınır.
Bir varmış bir yokmuş, masallar diyarındaki mutluluk ormanında mutlu olmak için her şey varmış. Günlerden bir gün ormanda bir yarışma düzenlenir.
Hepimiz çok iyi biliyoruz ki, öğrencilikte kopya çekmek yasaktır - suçtur ve ceza-i müeyyidesi vardır.
Seni ilk gördü ğ üm gün İ çimde ba ş lamı ş tı ke ş keler Ş u an aklımdan geçenler neler, neler Seni seven yüre ğ im
Yıl 1915… Ordumuz Çanakkale’de İngiliz’in nâmert saldırısını püskürtmekle meşgul. Aslan gibi bir nesil, bir yüksek tahsil gençliği, İstanbul’u gözüne kestirmiş, kahpe İngiliz’in karşısında şehit olmayı göze alarak dövüşüyor. Müttefiki, güya dostu, önce benim askerim korunsun diyerek Mehmetçiği öne sürme hesabını taktik edinmiş bir Almanya… Her cepheden kuşatılmış bir vatan toprağı…
Türk târihi ve dünyâ jeo-politik şartları, Türk Milleti’nin yakınlaşmasını şart koşmaktadır.