Bedenimiz enerji üretir, biriktirir ve sonra bu enerjiyi harcar. Bu enerjiyi en etkili şekilde nasıl üretip kullanabiliriz? Bunun yöntemini bilirsek hayatın her alanında mutlu ve başarılı olabiliriz.
Bu soruların cevabı kolay… İçimizi rahatlatan, bizi hoş tutan, yatıştıran, yanında rahat ettiğimiz insanlara yaklaşırız. Çünkü onlar bizde hoşlandığımız duyguları uyandırıyor. Çabuk parlayan, huysuz ve düşmanca davranan kişilerden de uzak dururuz.
Aklınız yaptığınız işte mi? Yoksa iş yaparken başka şeyler mi düşünüyorsunuz?
Kendimize karşı öz şefkat duygularımız arttıkça, daha canlı ve daha iyimser oluruz. Yaşadığımız stresi kendimize göstereceğimiz şefkatle azaltabiliriz.
Çevrenizdeki insanlardan sık sık duyarız: “İnsanlar beni dinlemiyor”, “Ailem beni dinlemiyor, o yüzden de anlamıyor”, “Öğretmenlerin beni dinlemiyorlar. Bu yüzden ne hissettiğimi bilmiyorlar”…
İnanç bir düşünceye içten, gönülden bağlı olmaktır. Bir düşünceye duygu kattığımız zaman o düşünce inanç oluyor.
Dertlerimizi ve sıkıntılarımızı beynimizin yapacak bir şeyi olmadığında daha yoğun hissederiz. Bir işimiz olduğunda, bir şeye yoğunlaştığımız zaman ise dertlerimizi daha az hissederiz. Onları düşünmemize zaman kalmaz.
Güvensizlik ve çaresizlik kendini en net şekilde beden dilinde gösterir. Yapılan bir araştırmada Batı Berlin’deki barlarda bulunan insanların dörtte üçünün yüzünde gülücük geçtiği görülmüştür.
Birçok insan, mutluluğun kişinin ancak iyi şeylerle karşılaşması sonucunda elde edilecek bir duygu olduğuna inanıyor. Bu kişiler mutluluğun insanın kontrolünde olmadığını düşünüyor.
İnsanlar kendilerini yeni olanın heyecanına kaptırırlar. Yeni olan, beyinde dopamin şarjı oluşturur. Değişik olan çekicidir.
İnsanoğlu dünyada beyin kapasitesinin % 100'ünü kullanmayan tek varlıktır.
İnsan yeni olanı aramak üzere programlanmıştır. Bu sebeple zengin duygular yaşayabilmemiz için, yeniliklere açık olmamız gerekir.
Çok kötü bir alışkanlığımız var: Her duruma, her olaya ve her insana karamsar bir açıdan bakıyoruz. Bu iyimser olmayan bakış, başımıza büyük dertler açıyor.
Acaba neden pek çok insan lokantalarda en iyi masa arıyor? Oturulan yer çok mu önemli? Neden bazı kişiler bir restoranda hayatlarının geri kalanında görmedikleri saygıyı görmek istiyorlar?
Beynimiz, bizi sürekli olarak başkalarıyla kıyaslar. Elimizde olmadan bu kıyaslamaları yaparız. İnsanın doğası gereği kendini başkalarıyla kıyaslaması hayatta kalmasına katkıda bulunur. Bu kıyaslamalar kişiyi kaybedeceği savaşlara girmekten korur.
John Donne’nin çok anlamlı bir sözü vardır: “Hiç kimse tek başına bir ada değildir.” Sosyal ihtiyaçlar ve sosyal güven hayatta kalmamız için gereklidir. Beyin bu güveni ödüllendirir.
Genelde mutluluk ve üzüntü gibi duyguları karışık olarak yaşıyoruz. 2017’ de acı ve tatlı tecrübeler içinde geçti.
Küçük zaferleri kutlayın. Büyük başarılar beklemek yerine küçük adımları kutlamak dopamini tetikler. Büyük başarılar sizi sonsuza kadar mutlu etmez. Bu sebeple mutluluğu uzun bir hedefle ilişkilendirirseniz mutsuz olursunuz.
Bazı kimselerin, hasta olmalarına rağmen, bir günde yaşadığı mutluluğu, pek çok insan bütün ömründe bedenen hasta olmadığı halde yaşayamıyor.
Özür dilemenin anlaşmazlıkları ortadan kaldırmada büyük payı vardır. Özür dileme, evlilikte duygusal yaraları hafifletiyor, olumsuz duyguları iyileştiriyor ve iyileşmeyi hızlandırıyor.