Ey cihanın cânı! Seni görünce, cihan da, cihanın güneşi de gözümden silindi. Gözümü öyle yüce bir himmete erdirdin ki, Çayırlar ve çiçekler, gözüme kuru ot gibi görünmeye başladı. Ben nûr istiyordum, nûrun nûrunu gördüm,
Prof. Dr. Tural: Şimdi bizim bir problemimiz var: Avrupa ülkeleri, Hint Avrupa diğer ülkeler, kendileri dışındakilere çok ilgi göstermiyorlar. Komünist dünyâda parlayan bir yıldız olduğu için, o rejime yakın ülkeler Cengiz Bey’e ilgi gösterdiler. Sâdece komünist ülkeler ve komünist aydınlar.
Günlük yaşantımızın her dakikasına paraşütle inen, cep telefonlarımızın, faydası mı çok, zararı mı çok, analiz etme zamanı çoktan geldi.
Prof. Dr. Tural: Şimdi biliyorsun, Türkiye’de onun eserlerinin çok baskısı yapıldı, çok okundu ve belki de Kırgızistan’ın üç katı kadar okundu. Türk romancılarına bunun tesir etmemiş olabileceğini söyleyemeyiz. Hattâ daha ileri giderek söylenebilir ki, Gülsarı adlı eserinden etkilenerek Yılkı Atı diye bir roman yazan var. ‘Can Yoldaşı’ diye senaryo yazan var; filme de çekildi.
Şehir planlamacılığı konusunda Prof. unvanlı öğretim üyesi olan Ömer Ertur, aynı zamanda velût bir yazardır. Derin Nefret- Avustralya 1915 isimli eserinde Anzakları Çanakkale Savaşı’na getiren derin devlet komplosunu anlatıyor.
İslam’ın beş şartından dördüncüsü, Ramazan ayında, her gün oruç tutmaktır. Oruç, hicretten on sekiz ay sonra, Şaban ayının onuncu günü, Bedir gazâsından bir ay evvel farz oldu. Bu ay iyi geçinmek ve sabır ayıdır. İlk günleri rahmet, ortası af ve mağfiret ve sonu Cehennemden azat olmaktır. Kur’an-ı kerim Ramazanda indi. Kadir gecesi, bu aydadır.
Prof. Dr. Tural: Ne güzel söylediniz: Evet, o bir fenomen, çok özel bir mucizeyi, Türk soylu bir adın, dünyânın ufkunda görünüp alkışlanmasını gerçekleştirdi. Bunu nasıl yaptı diye sorarken az dokuz birincil, en az dokuz da ikinci ve üçüncü dereceden, temellendiriciyi, ana besleyiciyi, kitap ölçeğindeki bir cevabı birkaç cümleye sığdırmamı istiyorsunuz.
Prof. Dr. Tural: Cengiz Bey’in eserlerinde, günlük hayatın Sovyet rejimi içinde anlatılabilecek bütün gerçekleri, bütün çıplaklığıyla anlatılmıştır. Yoksulluk, çâresizlik, parti emirleriyle hürriyetsizlik, kendini inkâr ve târihî mensubiyetinden habersizlik öyle güzel işleniyor ki, ama bu olumsuzlukların çözümü de üstü örtülü ve sembollerle anlatılır.
Abdullah Öcalan’ın PKK’nın silah bırakmasını ve kendisini feshetmesini isteyen açıklaması doğal olarak farklı yorumlara ve tepkilere yol açtı. Açıklamanın örgütün bileşenleri Kandil, Irak, Suriye ve Avrupa’daki yapılanmalar tarafından nasıl karşılanacağı merak ediliyordu. İlk olarak Kandil’den beklenen mesaj geldi.
Bana göre, Türklerin en eski yurdu, bu günkü Altay Dağları bu günkü Oş şehrinden güneye ve güney doğuya doğru uzanan geniş ve büyük bir yayla idi. Bu büyük yüksek yaylada Türk toplulukları yurt/curt adını verdikleri yerlerde yaşıyorlardı. Her Türk toplumunun yazın göçtüğü yurt ayrı, kışın göçtüğü yer ayrı.
Türkler için İslâmiyet, ‘ dinlerden bir din ’ değildir. İslâmiyet’in; Hamurabi Kanunları’ndan veya ‘Cengiz Yasaları’ndan bu yana yazılmış hiçbir kitapta eşine benzerine rastlanmayan muhteşem adâletine dayanarak söylemek gerekirse, Türkler de İslâmiyet için, ‘ milletlerden bir millet ’ değildir.
Prof. Ayşe Filiz Yavuz’un gezi, hatıra, araştırma gibi değişik konularda yazdıklarını ve hikâye kitaplarını haz duyarak okumuştuk. Geçen ay yayımlanan “Az Gittim-Uz Gittim“ isimli gezi kitabını da aynı duygularla okuyunca hakkında bir tanıtma yazısı yazmayı düşünmüştüm.
Bir varmış bir yokmuş, gidelim hep birlikte masal diyarındaki mutluluk ormanına. Bugün tarla faresi Melâhat‘in başından geçenleri anlatacağım.
Nâbî bir şiirinde "bir yüzden" demiş; o sözü günümüz Türkçesine "bir nedenle" diye çevirmişler...
12 X 19,5 santim ölçülerinde 198 sayfalık esere adını veren 30 hikâyenin birincisi; Boğaz'a, üstünden köprülerin, altından Marmaray’ın, Avrasya Tüneli’nin inşa edilmediği dönemde İstanbul’daki dost-ahbap ziyâretlerinin hikâyesi ile başlıyor.
Bir varmış bir yokmuş masal diyarındaki mutluluk ormanına bir hüzün çökmüş. Çünkü kralın kızı nurbala çok hastaymış. Hangi doktor muayene ederse doktor da hastalandığı için kız da iyileşemiyormuş.
Ramazan yaklaştıkça camilerdeki vaaz ve hutbelerin konusu oruç, zekât ve fitre üzerine olmaktadır.
Büyük milletlerin büyük dâva adamları olur!.. Büyük milletlerin büyük fedâileri, şanlı kahramanları, sezgisi yüksek ileriyi gözleyen irâdeli kılavuzları olur!..
1930’lu yıllarda; Türkiye’de, trenlerdeki yataklı vagonların işletmeciliğini yapan Fransız kökenli Vagon - Li adlı bir şirket vardı. Bu şirketin Beyoğlu Şubesi müdürü, personelden birini, Türkçe konuştuğu için işten çıkartmıştı. Olayın duyulması üzerine İstanbul’daki yüksekokul öğrencileri tepki gösterdiler. Olayı; kabul edilmesi mümkün olmayan bir hareket, sömürge zihniyetinin devâmı ve de Türklere yapılmış bir saygısızlık olarak değerlendirdiler.
Aziz okuyucularım, sizlerle elli küsur sene önceye giderek, Ergun Göze ile Elli Beş Yıl kitabımdan aldığım seyahat hatıralarımı paylaşmak istiyorum.